yeraltıedebiyatı

__________________________________________________________

yeraltıedebiyatı
beş para etmez hikayeler | hoşa gitmeyecek anılar | uyduruk şiirler |
her şeye rağmen | hayatta kalma mücadeleleri |
açılmayan yerler | verilmeyen haklar | görülmeyen şeyler |
köşebaşı kavgaları | bi sarımlık cigaralar | yalnızlık |
anlatamayış | arayamayış | bulamayış | ve daha niceleri
-uzaklaş, durma kaç!

__________________________________________________________

28 Eylül 2012 Cuma

boşluk


boşluk..

her şeyin anlamını yitirmesi , amaçsız kalmak , neden veya nasıl sorularının yanıtsız kalması, ağlayamamak, gülememek, öylece durmak . (bkz: duvar)

Ağır çekimde nefes aldı. Nefes almak zorunda olduğu için nefes aldı, dolayısıyla almadı.

Uçurumdan aşağıya uçmakta olan bi araba nasıl hissediyorsa kendini, öyle hissetti, dolayısıyla hissetmedi.

hissettiğin oldu mu? çok uzun zamandan beri hayatının en merkezine biblo gibi oturttuğun oradan kalkınca bomboş hissettiğin.. ne yapacağını, nereye gideceğini bilemediğin.. kendine yeni bir hayat kurmak gerekirken parmağını titretemediğin zamanlar? bu boşluğu bildin mi hiç? kimsenin bi suçu olmadığı, kızamadığın, köpüremediğin, konuşamadığın ama susamadığın zamanlar..

en savunmasız kaldığın, zaman akıp giderken saniyelerin geçmek bilmediği zamanlar.. oldu mu?

boşluk..

gittiğin yerde bir kimse olmaması.
uyandığında bir kimseyi görememek.
konuştuğunda, duyan bir kimsenin bulunmaması.
uyuyacak yer bulamamak.
yapacak bir şey bulamamak.
ne yapacağını bilememek.
hiçbir şeyden tat alamamak.
geçmişe baktığında bir şey görememek.
şimdiye baktığında hissedememek.
geleceğe bakamamak.
aynaya bakamamak.
yollarda bir kimse olmaması.
kuklanın iplerinin bağlandığı yer.

boşluk..

hayatın anlamını yitirmesi, en değer verilenin kaybedilmesi, hayallerin yerle bir olmasıdır insanın içindeki boşluğu yaratan. bu boşluk içinize işler ve her nefes aldığınızda karnınızda hissedilir. her "off" çekişinizde büyür, tıpkı bir balon gibi. yemek yiyemezsiniz, nefes alamazsınız, eskisi kadar hızlı ve aktif olamazsınız, gözleriniz eskisi kadar net göremez, sesler gittikçe daha da uzaklaşır; ve hayatın anlamı her an daha çok erir, hayallere sarılmak için ihtiyaç duyulan güç her an daha çok yitirilir. boşluk büyür, göz bebeklerinize yerleşir, bakış açınızı ele geçirir, sonsuz bir parlaklık girer gözlerinizden içeriye. kamaşır. beyaz sarar beyninizi, sonra bir damla siyah akar boşluktan yukarıya doğru, bir damla daha, bir damla daha... söner tüm ışıklar, umutlar erir, nefes kesilir. siyah... bir... boşluk...

yalnız yapayalnız biriyseniz o boşluğu doldurmak için saçma sapan şeyler yaparken buluyorsunuz sonra kendinizi. boşluktayken insan gayet normal olaylara çok farklı gözlerle, sıra dışı olaylara ise boş vermişlikle bakabilir. konuşmaya ihtiyacı olabilir. konuşacak kimsesi olmayabilir. sonra gider sağa sola yazılar yazar ne yaptığını o anda bile bilmez.

var olmaya devam etmek için sebebiniz kalmamışsa, kocaman bir boşluğunuz var demektir. "şimdi uyuyorum ve sabah uyanacağım, çünkü ..." cümlesindeki üç noktaya yazacak bir şeyiniz yoktur. uyanmak için bir sebebiniz yoksa, sonsuz bir uyku için çok geçerli bir sebebiniz vardır.



boşluk..

zaman yok.. mekan yok.. geçmiş yok.. gelecek yok.. ses yok.. ışık yok.. ellin ayağın tutmaz gibi. boşluğun içine doğru sonsuz bir düşüş.. kendimi sevmediğimde, utandığımda, kırıldığımda etrafımı sarmasını istediğim tek şey. en çok yalnızlığa benziyor. ama tam da aynı değil. kaçıp saklanılacak en iyi yer. en çok o işe yarıyor. korkakların yurdu gibi.. kaybedilenin bıraktığı yokluk hissine de benzer. ama tam değil.. bir çemberin içinde amaçsızca dönüp durursun ama bir umutsuzluk hali değildir. bekleyiş, sonlu, sınırlı, anlaşılmazlık, sakinlik. boşluk duygusu sanıldığı gibi boş değildir. boşluk duygusu olasılıklı doluluktur.

içimizdeki kara delik. kontrol altına alınmadığı takdirde bizi yutması da olasıdır..
öyle lanet bir şey ki için acıyor her gün eriyip gidiyorsun; ama neden olduğunu bile bilmiyorsun.

bazen hiç uyuyamıyorsun bu yüzden, beyninin patlamasından korkuyorsun; bazen günde on beş saat uyuyorsun ama yine de uyanmak istemiyorsun kendinle baş başa kalmamak için.

eskilerden pek kimse kalmıyor ya zaten etrafında, kalanlar da anlamıyorlar sana ne olduğunu; neden devamlı dalıp gittiğini, eğleniyormuş gibi görünürken bile gözlerindeki umutsuzluğu. bilmiyorlar ki beyninden o anda ne geçtiğini, aslında sadece ölümü düşündüğünü.

sırf kendinden kurtulabilirsin belki diye ölmek istiyorsun, ama onu bile beceremiyorsun; korkuyorsun ya kurtulamazsam diye. başkalarından nefret etmek öyle kolaymış ki aslında, her gün kendinden daha çok nefret ettikten sonra bunu anlıyorsun.

sevdiğin şarkıları dinlemeye bile korkuyorsun, ya eskiden hissettiklerimi hissedemezsem diye.
her gün daha da batıyorsun bok çukuruna, insanlığından her gün daha çok şey yitirerek.
bundan kötü olamaz herhalde diye delirmekten bile korkamıyorsun, en azından deliler kendilerini unutabiliyorlar,
yüreğin her gün daha da sıkıştırıyor seni, beynin eriyor gün geçtikçe,
ve sen her gün sen olmaktan daha fazla çıkıyorsun;
nereye gittiğini bilemeden, en çaresiz halinle.

boşluk..

yapılması gereken binlerce işe rağmen yapacak bir şey bulamamak.
etrafı saran onlarca insana rağmen kimseye sahip olamamak.
mutlu ya da mutsuz olamamak.
bir şey hissedememek.

son kaya parçası da kayıyor ayağımın altından… uçurumun kenarındayım… var oluş ve yok oluşun arafında kalmış sürrealist bir resmin içerisindeyim. gözlerimin kıyısından geçen satırlar, kelimeler, seslerin bir araya gelimi bir anlam ifade etmekten çok uzakta hala. “yüzleşmek gerek” diyen kendi sesimi duyuyorum yankı halinde. yankının kaynağını çözmeye çalışıyorum; aşağıdaki boşluk mu, yoksa içimdeki boşluk mu? fark edemiyorum. “yüzleşmek…” ne ile peki? işgal altında kalmış ve can çekişen bedenimden arta kalanlarla mı yüzleşmek? ya da bu hale nasıl geldiğimle mi? ne ile yüzleşmek? hiçbir faydası yok.

tam burada bir boşluk var. göğüs kafesimin ortasında, karnımın üst tarafında. kocaman bir boşluk. göremedin mi? dışarıdan görünmüyor zaten. içeriden hissedilebiliyor ancak. kocaman bir boşluk.
..


19 Eylül 2012 Çarşamba

sigara 2






Dumana karışır, uçar gider ruhun.
Geriye kalan bedenin, ezilmiş bir izmarit kadardır.





Anlatılamayanlar, en ücra köşelerde, kelimelerin bile erişemediği diyarlarda saklanan onlar. Herkesin içinde vardır böyle ip cambazları. Çok aksidirler onlar, oldukça yetenekli ve acımasızdırlar. Bilmezsin tam olarak neye benziyor, içimde barındırdığım bu melamet ne - bilemezsin. Bu madalyonun görünmeyen gizli yüzüdür. Bunlar hakkında net olarak konuşamıyorum, diğer yüze geçelim.

O, aslında küçücük ama içine sonsuz kavramını sığdırdığın zihnin, aklın, düşünsel faaliyetlere harcar bütün varlığını. O kafanın içinde ideolojiler, fikirler, devrimler, reformlar, eleştiriler.. uçuşurlar süratle. O kaos muntazamdır, düzensizlik düzenidir aslında zihninde olan. Eğer az çok düşünüyorsan ve rahatsızsan bir şeylerden, aynı şeyleri değiştirecek gücünün olmaması senin çaresizliğindir. Yine bu da; aslında binbir yüzü olan çaresizlik muammasının bir yüzüdür.

Diğer bir yüzü ise, dibe vuramamaktır. Dibe vuramamak, dibe vurmaktan çok daha kötüdür. Askıda kalırsınız, ne aşağı ne yukarı, ikilemler insanları delirtebilir. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın o ayak bir türlü değmez zemine. Ve sonra, asıl nedeni bulamadığınızda usanırsınız, her şeye boş verir vazgeçersiniz. Her şeyden, dahası kendinizden. Ruhen de bedenen de gücünüz kalmaz hiçbir şeye. Bu gerçekten kötüdür.

Sonra beklersiniz, bir el, bir can simidi, bir kurtarıcı. Ve bu fırsat ayağınıza kadar geldiğinde geri tepersiniz. Çünkü cesaret edemezsiniz tekrardan başlamaya, tekrardan yüzmeye korkarsınız. Bulunduğunuz yer, o lanet yerden çıkmaya korkarsınız. Bu korkunun nedeni, aynı zamanda cesaretsizliğin, tekrar o iğrenç yere geri dönme ihtimalidir. Evet tam olarak bundan korkarsınız, ya tekrardan geri düşersem oraya?

Bir diğer neden ise; size uzatılan eli de bu bataklığa çekme ihtimalinizdir. Bir çeşit kaybetme korkusu. Bu diğer nedenden daha kötüdür. Son derece özensiz, rastgele ve zorla yazılan bir yazı daha bitti.

sözlerime burada son

15 Eylül 2012 Cumartesi

milyonlarca canavar noktacık









İnsanda var olan anlaşılamama kaygısı, zamanla yerini umursamazlığa bırakır ve artık dış dünyayla zihnin arasındaki irtibatı kesersin. Sürekli kendi içinde konuşur, düşünür, dertleşir, nefret eder, sever, bağırır çağırırsın. Fırtınalar kendi içinde kopar, tufanların sesi dışarıya ulaşmaz, dışardan bakanlar için artık sen susmuş, somurtmuş, itici, silik bi tip haline gelirsin.

Kendi kendine anlatır, kendi kendine dinler, kendi kendine gülersin, kendi kendine ağlayamazsın. Bu gerçekten aşırı boktan bir durumdur. Nasılsın sorusundan nefret edersin artık, çünkü senin için iyi ya da kötünün bir anlamı kalmamıştır, kendi içinde yaşamaktan zihnin yaşlanmışdır.

Ve bunca zaman bu içine attıkların, artık seni boğmaya başlar ama bir türlü ölemezsin. Öyle ki; anlatmaya kalksan anlatamazsın, kısacık bir cümle kurmak bile eziyet eder sana, konuşamazsın. Kafanın içinde tonlarca nokta vardır, bütünüyle işgal edilmiş bir zihin, bu canavar noktalar sürekli çoğalırlar ve daha da çoğalırlar.

Şimdi hadi diyelim kır bu kendi üzerine oluşturduğun kabuğu ve içindekileri anlat onlara, ne anlatacaksın? Milyonlarca noktaya dönüşmüş artık kafandakiler ve küflenmiş üzerleri, ne anlatacaksın? Evet işgalci canavar onlar, evet yer tutuyorlar zihninde, ama artık anlatılabilirlik çizgisini aşmış bir canavar ordusu onlar, birsürü noktacığın nesini anlatacaksın? Bir sürü canavar işgalci noktacık-

Gerçi kimin zihni düzenli çekmecelerden oluşur ki?


Artık yaptığım tek şey beklemek, sadece bekliyorum. Beni bu durumdan çekip kurtaracak bir el bekliyorum, ama nedense bütün eller şamar atmak için kalkmış havaya. Burası da ayrı bi konu.

Son olarak şu var; bu kafamın içindekilerle ölmek istemiyorum.

8 Eylül 2012 Cumartesi

içtenlikten istençsize

















Biri ellerimi tutuyor sanki, boğazımda tepiniyor çaresizliğim, yutkunmalarım halsiz, nefes almakta zorlanıyorum, ölümüme doğru koca bir adım daha atıyorum sanırım, aklımda olan sen, ölürken bile, zaten olağan olan bu, başka türlüsü saçma olurdu.

Artık hiçbir şey istemiyorum, isteyemiyorum, anlam yüklediğim her şeyi parçaladın ve onların tahtına kuruldun, artık her şey seninle anlamlı, bilmiyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bunu neden yapıyosun onu da bilmiyorum. İstediğin şey bu herifi delirtmekse söyleyeyim; bunu çoktan başardın.

Ama inan bunları yazmak için bile çok zorluyorum kendimi, ama olmuyor, yazamıyorum. İşim bitti sanırım.
Ama ben onu beklediğim gibi, tekrar yazmayı da bekleyeceğim. Çünkü ardımda sana dair birşeyler bırakmak istiyorum. Bütün bu kafamın içindekilerle ölmek istemiyorum, sesim sana ulaşsın istiyorum, duyuyor musun beni?
Bu kadar.

boğazımda tepiniyor çaresizliğim, yutkunmalarım halsiz, nefes almakta zorlanıyorum, ölümüme doğru koca bir adım daha atıyorum sanırım, aklımda olan sen, ölürken bile, zaten olağan olan bu, başka türlüsü saçma olurdu.