İnsanda var olan anlaşılamama kaygısı, zamanla yerini umursamazlığa bırakır ve artık dış dünyayla zihnin arasındaki irtibatı kesersin. Sürekli kendi içinde konuşur, düşünür, dertleşir, nefret eder, sever, bağırır çağırırsın. Fırtınalar kendi içinde kopar, tufanların sesi dışarıya ulaşmaz, dışardan bakanlar için artık sen susmuş, somurtmuş, itici, silik bi tip haline gelirsin.
Kendi kendine anlatır, kendi kendine dinler, kendi kendine gülersin, kendi kendine ağlayamazsın. Bu gerçekten aşırı boktan bir durumdur. Nasılsın sorusundan nefret edersin artık, çünkü senin için iyi ya da kötünün bir anlamı kalmamıştır, kendi içinde yaşamaktan zihnin yaşlanmışdır.
Ve bunca zaman bu içine attıkların, artık seni boğmaya başlar ama bir türlü ölemezsin. Öyle ki; anlatmaya kalksan anlatamazsın, kısacık bir cümle kurmak bile eziyet eder sana, konuşamazsın. Kafanın içinde tonlarca nokta vardır, bütünüyle işgal edilmiş bir zihin, bu canavar noktalar sürekli çoğalırlar ve daha da çoğalırlar.
Şimdi hadi diyelim kır bu kendi üzerine oluşturduğun kabuğu ve içindekileri anlat onlara, ne anlatacaksın? Milyonlarca noktaya dönüşmüş artık kafandakiler ve küflenmiş üzerleri, ne anlatacaksın? Evet işgalci canavar onlar, evet yer tutuyorlar zihninde, ama artık anlatılabilirlik çizgisini aşmış bir canavar ordusu onlar, birsürü noktacığın nesini anlatacaksın? Bir sürü canavar işgalci noktacık-
Gerçi kimin zihni düzenli çekmecelerden oluşur ki?
Artık yaptığım tek şey beklemek, sadece bekliyorum. Beni bu durumdan çekip kurtaracak bir el bekliyorum, ama nedense bütün eller şamar atmak için kalkmış havaya. Burası da ayrı bi konu.
Son olarak şu var; bu kafamın içindekilerle ölmek istemiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder