yeraltıedebiyatı

__________________________________________________________

yeraltıedebiyatı
beş para etmez hikayeler | hoşa gitmeyecek anılar | uyduruk şiirler |
her şeye rağmen | hayatta kalma mücadeleleri |
açılmayan yerler | verilmeyen haklar | görülmeyen şeyler |
köşebaşı kavgaları | bi sarımlık cigaralar | yalnızlık |
anlatamayış | arayamayış | bulamayış | ve daha niceleri
-uzaklaş, durma kaç!

__________________________________________________________

31 Ağustos 2012 Cuma

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Yalnız Adımlar








Yalnız adımlar ölü kaldırımlar...









Bugün yine bitik bi adam olarak formumdaydım. Yine yürüdüm bomboş ve şuursuzca, ve yine zaman geçsin diye yaşadım. Ve yine sigara içtim, iyi veya kötü, iğrenç veya değil ama içtim ve içeceğim. Şimdi, bi adam neden bu hale gelir? Bu güzel bir soru gibi duruyor, ve cevabı tam olarak kestirememekle beraber bunun senle ilgisi olduğunu düşünüyorum. Aslında bundan eminim, her şeyin nedeni sendin, sensin.

Bu saçmasapan yazıyı buraya yazmamın nedeni de sensin, ve şuandan itibaren kontrol bende değil kadın. Hatta bunu daha da geriye alabiliriz. Sen, kanserli bi hücre gibi zihnime yayılmaya başladığından beri, evet o zaman dilimi buraya ait. Bak ne kadar da üst düzey cümleler kuruyorum gördün mü? -

Yürüdüm ve her köşe başına geldiğimde heyecanlandım, kalbim ritmini artırdı ve umut tohumlarını yeşertti. Her yüze belki sana aittir diye baktım yine, dışardaki insancıklardan belki abaza, hödük yaftalarını yemiş olabilirim ama bu umrumda değil. Bir sürü yüze baktım ama sen ortalarda yoksun kadın. Hatta bu beni fazlasıyla korkutuyor ki artık yüzünün ayrıntılarını hatırlamıyorum, o kadar yaşlandı zihnim, belki de çoktan öldü. Oysa bir kere daha görmek, sadece bir kez, çok şey mi istiyorum ey iyonosfer?

Sana söyleyemediğim her cümleyi biyerlere yazdım. Aslında yazılanlar da son derece yüzeysel, veya yazılabilen diyelim buna. Harfler yetmiyor ve yetmezde, yetmeyecek de. Her geçen gün bir harfi daha öldürüyorsun kadın. Ve artık yaşamı harfler üzerinden sürdüren bir adam için bu iyi değil. Tabi şu var; katil sen olduğuna göre işler değişiyor.

Bak gördün mü neler söyledim yine ve neler yazabildim. Bunları neden yazıyorum buraya, bilmiyorum. Bunu sen biliyorsun kadın. Tabi haberin varsa benden-

Onun gölgesinde yaşayan bir hayalet gibisin. Varlığından habersiz, neler yaptığından ve neden yaptığından habersiz, onun için neleri elinin tersiyle ittiğinden habersiz, nefes aldığından daha doğrusu alamadığından habersiz, uyuduğundan daha doğrusu uyuyamadığından habersiz, ağzına kadar tıka basa onla dolu olan zihninden habersiz, ...

Ne zamandır siyah beyaz yaşıyorum? Yaşamımdan neden renkleri çekip aldın kadın? Çok bencilsin. Kafam karışıyor ve hafızam eskisi gibi değil. Eskiden nasıldı onu da hatırlamıyorum ya, neyse. Bir kez daha görsem, tekrar göğüs duvarlarına vursa ve çıldırsa o yaşlı kalpcik. İstediğim çok şey mi? Bütün bencilliğin el uzatmalarından ve aç gözlülüğünden uzak, ölgün bir istençle sadece bakmaktan mutluluk duymak-

Bu kadarı yeter mi? Sabaha kadar konuşabilirim. Ama şunu biliyorum, sabah kalktığımda hiçbir şey değişmeyecek. Evet bunu biliyorum. Ve sen dişlerini fırçalarken ben yine seni düşüneceğim. Senin aynaya bakıp kendine güldüğünü falan düşüneceğim. Aslında hiç olmayan ben, yine seni düşüneceğim.

Çok mu saçmalıyorum, ah beni mazur gör. Nasıl olsa duymayacaksın beni, beni duyamazsın. Bu yüzden rahatım ya zaten! Yoksa nasıl bu kadar rahat olabilirdim? Sen sanıyor musun ki bunları sana anlatabilirim. Tek bir harfini bile söyleyemem. Neden mi? Çünkü korkağın tekiyim. Hemen uzaklaşırım oradan. Uzaktan, kafamı toprağın altına sokup oradan bakmaya çalışırım. Çünkü aptal herifin tekiyim. Ey dünya sana sesleniyorum, ben aptalım ve kocaman bir hiçim.

sözlerime burada son

14 Ağustos 2012 Salı

sigara





















İnsan neden sigara içer? Bu çok aptalca değil mi? Öldürüyor ulan. Acı çeke çeke gebereceksiniz olm, öleceksiniz kanser olac....  Siz, bütün bunları bilmediğimizi felan mı düşünüyosunuz? he bu konudan bakarsak nefes bile almayalım - ölüyoruz -her nefeste ölüme bir adım daha yaklaşıyoruz.
--
Sigara aşktır canlar.
Şu hayatta senin için yanan tek şey odur. Söylesene, başka kim kendini feda ediyor senin için - kül oluyor?
Başka kim seninle birlikte eriyor - kül oluyor?
O ellerinde yanarken aslında seni yansıtmıyor mu? Sen de onunla birlikte yanmıyo musun?
Bittikten sonra yeterince oksijen alamadığını farkedersin, belki maksimum yarısı doluyordur ciğerlerinin, dolayısıyla kalp ritmi değişir, peki söyle aynı etkiyi başka ney yapıyor? Kimi görünce aynı şeyleri yaşıyosun? Sigara aştır ulan, yanmaktır, kül olmaktır, tükenmektir.
Bunları yaşamayan dediklerimden hiçbir halt anlamayacak bunu biliyorum, ama yalnız başınıza gece sokakta yürürken tek yoldaşınızın sigara olduğu zamanlar olur, sizi en iyi anlayan bir katildost. Evet belki sizi öldürüyor ama bunu arkanızdan alçakça yapmıyor.
Her nefesinizde iliklerinize kadar hissedersiniz, kısa süre de olsa aynı anı yaşarsınız. Umutların can çekiştiği yerde - o karanlık ve küf kokan yerde başka kim anlıyor sizi?

Hem şunu düşünün, neredeyse sigara içmeyen şair yok, çoğu yazar, sanatçı, düşünür kullanıyor. Demek ki o kadar da yüzeysel düşünmemeliymişiz değil mi? Bu merette var bişeyler.
Söyleyeceklerim de sona yaklaşırken;

Gelelim şu kanser meselesine veya öldürür içmeyin olayına. Bunu diyen herifin yaşantısında ney sağlıklı? Bunları söyleyip bilgisayar başından kalkmıyor adam, radyasyon sağlığa çok yararlı değil mi? Yediği yiyecekler içtiği su aldığı nefes, bunlar çok mu sağlıklı? Kanser olmak için sigaradan çok sebebimiz var ve merak etmeyin, zaten eğer olursak hepimiz olacağız.

hadi selametle.

Hangisi 'yara' izi?


Kimileri kendi evinin bahçesindeki salıncaktan düşer kafasını kırar, pasta yerken eline çatal batar, kocaman dilimi ağzına sokuşturmaya çalışırken çatalın sapını gözüne sokar, kafasına odasındaki altın kaplama avize düşer, petshoptan aldığı köpek özgürlüğüne kavuşmak için koştuğunda ipini tutmaya çalışırken yere kapaklanır yüzünü soydurur falan.

Kimileri de sadece hayatta kalmaya çalışır, dişliye elini sıkıştırır, keseri eline vurur, tornavida eline batar, karnı açtır bahçelerden gizlice meyve toplar -tamam kendimizi kandırmayalım ''çalar''- dolayısıyla elini ayağını ağzını yüzünü yırtar...


Şimdi, ikisi de aynı yara izi öyle mi? -

7 Ağustos 2012 Salı

Bireysellik-Benmerkezcilik, Menfaat ve Eğitim Üzerine


Öncelikle okuyan herkese selam ediyor gözlerinden öp.. bi dk lan bu değildi. Konu dün aklıma geldi, gece uyuyamazken. Soğutmadan yazayım demiştim ama zaten soğudu. Artık unutkan biriyim, sigara ve birbaşkası hariç her şeyi unutuyorum. Bu ilgisiz ve saçma açıklamadan sonra konuya döneyim. Bireysellik. Diğer bir tabirle benmerkezcilik. Nedir bu benmerkezcilik?

En sözlük anlamı ile kendini her şeyden önce ve üstün tutmak. Menfaat nedir peki? Önce kavramları tek tek en geniş anlamıyla açıklayıp sonra bağlayacam birbirine, bittiğinde kafanızda kendi başına hareket eden bir düşünceyle karşılaşmayacaksınız-umut ediyorum. Nedir bu menfaat?

Yarar, fayda, çıkar. Toplum ilişkisinin temeli -malesef- , parayla eş anlamda kullanabilirsiniz. Ve geldik bütün bunların eriyip aynı potada birleştiği eğitime. Nedir bu bu eğitim? -ki ömrümüzü bunun için heba ediyoruz.
Eğitim; okullar, kurslar ve üniversiteler vasıtasıyla bireylere hayatta gerekli olan bilgi ve kabiliyetlerin sistematik bir şekilde verilmesi. Wikipediada yazan anlamı bu. Okuduktan sonra küfür etmeli miyiz? Kesinlikle! 'Hayatta gerekli olan bilgi ve kabiliyet' mi yazıyor orda ben mi yanlış görüyorum? Sanki görünmeyen bir cama çarpmış gibi oldum, eminim sizlerde öylesinizdir. Çünkü bize öğretilen bilgilerin niteliği pek de tanımdaki gibi değil he? Yüzde yüz sanal ve hiçbir sahada uygulayamayacağımız bilgilerle yükleniyoruz, taaki 7 yaşımızdan beri. Ve yine tamamen soyut, ve soyut olmasının yanında işe yaramaz soyut, daha da argoya kaçarak saçmasapan bir soyut bilgiler içinde boğuluyoruz. Hayat adına, hayatta kalmak adına, kabiliyet ve beceri adına, zanaat ve sanat adına hiçbir şey öğrenmiyoruz! Gerçi zaten diğerlerini de öğrenmiyoruz ki, ezberliyoruz! Bütün bu saçmalıklar gerçekten gerekli mi peki? Yemin ediyorum değil ya, lan valla değil.

Yaşamdaki en temel amaç nedir? Para kazanmak mı? Ev almak mı? Araba almak mı? Karayip sahillerinde öküz gibi yatıp hayvan gibi yiyip ardından viski içmek mi? HAYIR. Bunların hiçbiri değil ve en yakından alakası yok. İçine doğduğumuz son derece lüks ve pofuduklu yataklar bize en temel amacı unutturuyor. Hayatta kalmak! Evet, en temel amaç ve başarı budur. Halen hayattaysanız başarılısınız demektir. Sanal başarısızlıkların en ufak bir önemi yok. Ama malesef bunun farkında değiliz, gözlerimiz kapalı koşuyoruz sanal başarıların peşinden. Evet bu en temel amacı unuttuğumuzdan beri gelişmeler hiç de iyiye gitmedi. Bütün değer yargılarımız değişti. Hepsini ve her şeyi para ile hesaplar olduk. Buralar konu dışında kaldı kaptırdım gidiyorum. Şimdi yükselen sesleri görüyorum, ulan açıkladığın kelimelerle ne alakası var bunların salak herif mi dedi biri?

Temel amacımızı unuttuğumuzdan beri bütün ilişkilerimiz menfaat üzerine kurulu oldu. Ve bu menfaatın karşılığı da para ile hesaplandı. Ve bütün bunlar, son derece saçma ve adeta yarış atı yetiştiren, gerçek ve somut hayat karşısında isminden başka hiçbir şey bilmeyen, eğitilmiş indirgenmiş biyonik robotlar yetiştiren eğitim ile bireyselliğe, benmerkezciliğe dönüştü. Sanırım bütün parçalar oturdu yerine, he?
Menfaat - Bunun için Para - Bunun için Eğitim - Sonuç: Benmerkezcilik.

hadi selametle.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Çağımızın en yaygın sorunu; amaçsızlık.


 Genç, sana diyorum sana. Geleceğin hakkında belki saatlerce düşünüp sonunda hiçbir halt bulamayan sana diyorum. Ne istiyosun? Evet bunu da bilmiyosun. İlerde ne yapacaksın? Bunlar hakkında düşünmeye bile korkuyorsun. Ve boşveriyosun. Boşver. Gerçekten boşver lan, açlıktan kim ölmüş? Ama ben boşverebilirim, çünkü en temel amaç olan hayatta kalma bakımından gerekli tecrübe ve birikime sahibim. Gerçek ve somut hayat karşısında okumayı(!) yarıda bırakmış birisi olarak son derece bilgiliyim. Ve ben, bu yüzden boşverebilme hakkına sahibim. Ama sen boşveremezsin, şuanda boşversen de ilerde seve seve* düşüneceksin bunları. Korkakça ve çocukça erteliyosun, boşveriyosun. Ama zamanı geldiğinde olacakları az çok kestirebiliyosun. Sana önerebileceğim ne mi var? Ulan internet elinin altında. İstediğin her bilgiye ulaşabilirsin. Ama sen saçmasapan bi site karşısında en önemli tükenenini - zamanını harcıyorsun. Bir hiç için! Bunu yapma çocuk, üniversite veya lise veya herhangi adı eğitimle bağdaşlaştırılmış olan ve gerizekalı yetiştirmek üzere tasarlanan kurumlardan kurtul mesela. Kendi okulunu kurmalısın, kendi kendinin öğretmeni olmalısın. Aklını gerçek ve somut üzerine kullanmalısın, bilgi uygulandığı kadar değerlidir. Uygulayamadığın tonlarca bilginin neden hamallığını yapasın ki? Para nedir? Eminim ki bunu hiç araştırmamışsındır. İnternet niye var lan, kızlar mesaj atsın diye mi? Bu zihniyeti değiştir derim, kendini yeniden bilgiye acıktır, gerçek ve somut - uygulanabilir ve hayatta kalma şansını artıran bilgiye!
Hadi selametle.

2 Ağustos 2012 Perşembe

bir küçük çocuk - ve onun hikayesi


Adım neydi benim? Çeera, evet bunu hatırlıyorum. Türkçe anlamı ile; siyah. Evet bunu gerçekten hatırlıyorum. Dedem koymuş bu ismi. Nedenini yaşadıkça anladım.

Ben dağıstanlıyım. Orada doğdum ve orada ekmek de yedim. Ama şunu biliyorum, karnın nerde doyuyosa oralısındır. Çocukluğumu orada büyüttüm, oralarda günlük yaşarsın. Karnın doyduysa tamamdır, gerisi lüks. Oralarda savaş diye bişey vardı, anlatılanlara göre buralardan hiç gitmemiş. Dedemin dedesi savaşta ölmüş. Ve birçok arkadaşımın babası da savaşta ölmüştü. Ben şanslıydım, annem ve babam vardı ve savaşta ölmemişlerdi. Bu yüzden gerçekten şanslıydım.


Hiç sana doğru parlayan bi namlu ucunda yaşadın mı? Çeçen abiler vardı, söylenene göre onlar iyi taraftaymış, bizi koruyolarmış, özgürlüğümüzü istiyolarmış. Pek çok kez karşılaştım dediğim üzere çocuktum. O silahlarla bezeli ölüm makinaları hiç de göründükleri gibi değillerdi. Pek çok kez göz kırpıp gülümsediklerini gördüm. Ve aynı abileri pek çok kez bölgemiz hastanesinde kanlar içinde gördüm. Yine göz kırpıp tebessüm ettiklerini gördüm. Hani derler ya adam olmak, işte o abiler adamdı.


Ruslar kötü taraftaymış. Kırmızı oluyomuş üstleri şapkaları. Eğer onlara rastlarsak hemen yolumuzu değiştirmeliymişiz. Hatta eve gitmeliymişiz. Yoksa öldürürlermiş. Hiçbir yetkisi olmadığı halde kafasına göre sivil öldürüyolar, dünya adaletli beyler.


Gerçi bizim kasabaya gelemezlermiş. Çatışmalar yakın çevrede oluyodu. Buynaksk ile Makhachkala'da oluyomuş. Ama sesler hiç de uzaktan geliyor gibi olmadı, hiç! O korkuyla yaşamak nedir bilir misin? Her an kafana bomba düşebilir - ama bu Derbent için geçerli değildi. Bu yüzden diğer bölge ve köylerden daha şanslıydık. Fakat bugün onların başına gelen her an bizim de başımıza gelebilirdi. Bu yüzden şansına sevinemiyosun. Savaş kandır, pek çok adamı öldürür. İç savaş boktur, boka balıklama batmaktır, pek çok harbi adamı öldürür.


Pek çok direnişçi militan yıllarca çatıştı. Şuan bile devam ediyo, Sergokali çetesi vardı unutmamışım, bugün bile iç savaş devam ediyo ulan! Neyse burayı kapıyorum.


Böyle saçma sapan bi durumda geçti çocukluğum. Dağıstanın aşırı doğal zenginlikleri var, yeşillik ağaçlık cennet gibi yerdir. Ve biz de çiftçilik yapardık, aynı zamanda babam demirciydi. Bigün haber gelmiş büyük bi saldırı olacakmış güya. Bunu zaten hep söylerlerdi, her gün! Biz çocuklara göre bu söylentinin bi önemi yoktu. Ve gece olduğunda dualarımızı edip yattık.


Ama o günün sabahı, soğuk ve sert yatağımdan erken uyandım. Daha doğrusu uyandırıldım. Dışardan gelen sesler vardı her zamanki gibi, fısıltılı bi kalabalık. Erken uyandıran annemmiş. Daha ne olduğunu soramadan üstümü başımı giydirdi. Elime bi ekmek tutuşturdu, cebime de para koydu. Hayatımda ilk defa cebime para girdi o gün. Anlamıyordum, hiçbir şey anlamıyodum. Lan neden yapıyosun bunları sabahın köründe? Bu para ne!?


Annem yavaşça eğildi kulağıma ve şunları dedi; ''hiçbir şey sorma, korkma'' dedi ve alnımdan öptü. Nereden bileyim onu bidaha göremeyeceğimi lan, yoksa sarılmaz mıydım? Ben de öpmez miydim? koklamaz mıydım?


Elimden tuttuğu gibi hızla dışarı çıktık. Dışarıda belki de o ana kadar gördüğüm en büyük kalabalık vardı. Ve bir de ortada yapayalnız duran kamyon. Ve kamyonun arkasında da bizim çocuklar vardı. Çocuğum, yaşım 7 değildi belkide, hiçbişey anlamıyodum. Sonra babam geldi yanımıza. Sanki ben paketmişim gibi aldı kucağına. Duygusuzca ve konuşmadan kamyona doğru ilerledik. Bazen duygusuzluk, en fazla duygusallıktan daha duygusaldır. Götürdü beni kamyona bindirdi, -arka kapak açıktı- oturdum. Artık o koca adamla aynı boydaydık. O da alnımdan öptü ve bizi unutma dedi. İyi de bu çok mantıksız baba! Ne diyosun sen? Niye unutayım ki sizi? Noluyo baba?


Kamyonda pek çok yaşıt çocuk vardı, büyükler de vardı, küçükler de. Hepsinin yüzü ağlamaklı ve korku doluydu. Ama ben tepkisiz ve öfkeliydim - bir o kadar da anlamsız. Kamyonun etrafı ana baba doluydu, onların da yüzü ağlamaklıydı ve rutubet kokuyodu. Kamyon bir çığlık atarak çalıştı ve arkasına bakmadan harekete geçti. Bütün çocuklar el salladı geridekilere ama ben elimi bile kaldırmadım, kaldıramadım. Hayatımda ilk kez o koca adamın gözlerinde yaş gördüm. Babalar ağlamazdı? Tepkisizce sadece baktım. Kıpramadan baktım.


Kamyonun radyosunda bir şehirden ayrılışın hikayesi çalıyor, hüzünle ve yutkunarak. Bu kadar durgun bi sabah görmedi dünya, bu kadar anlaşılmaz.


Ve nereye gittiğinden habersizce kendini dalgalara bırakan kaptan, kayalıklar nedir habersiz. Gittik, gittikçe şehir uzaklaştı bizden. Hatta biz gitmedik hiç, nefes bile alamadık öylece çakılıp kaldık o lanet yerde. Ama şehir uzaklaştı bizden gözümüzde küçüldü.


Sonra yukarlardan can yakıcı bi ses duydum. Bu sesi daha öncede duymuştum, ama bu seferki çok fazla yakındı. Yukarı baktım, tamı tamına 7 tane uçak saydım, 7 tane. Bu ölüm makinelerinin bir tanesi koca bi apartmanı yıkabilir.

Sonra baktım uçakların üzerlerinde rus bayrağı var ve neden bizim evimize doğru gidiyorlardı?

Uçaklar bizim ayrıldığımız noktaya gidiyorlardı, bunu bir aptal bile anlayabilirdi. Ve; üzerimde dolanan o anlaşılamamazlık bulutları yavaş yavaş dağılmaya başladı. Keşke hiç dağılmasalardı diyorum, hep kalsalardı öylece tepemde. Uçakları izlemeye başladım, yanımdakilerden bağıran çağıran ağlayan sızlayan - bunların hiçbiri umrumda değildi. Sadece uçakları izledim ve lütfen olmasın diye dua ettim.


Uçaklar gözümüzde daha kaybolmayan şehrimize gittiler, ve oraya hepsi birer tohumunu bıraktı. İçlerindeki kötülük tohumunu. Orada öylece durup olan biteni izlemek nasıl bişeydir bilemezsiniz. Yıllardır oturduğunuz evin, mahallenin, şehrin bombalandığını izlemek - hem de içlerinde aileniz varken!


Sonra yaptıkları son derece normalmiş gibi çekip gittiler, arkalarına bakmadan. Geride bıraktıkları harabeden mezarlık, bu son manzarayı hiç unutamadım.


Her şeye rağmen ilk yolculuk başladı. Herkes uyudu ama ben uyuyamadım. Güneş gözünü kırptı, ama tepki alamadı. Öylece saatler geçti, derken gece oldu. O soğuk ve karanlık - gece!


Ve sonra kamyon, her saniye hızını artırarak Türkiye sınırına ilerledi. Şoför telefonla konuşuyodu - uydu anteninden farksızdı o devirde telefon anasını satayım. Bağıra çağıra konuşuyodu küfür ede ede. Belki de ilk küfürü orda duydum - ilk çaresizliğimdi. Neymiş rus birlikleri devriye geziyomuş yakalanırsak sorun olurmuş. Hiç sana yaklaşmakta olan silahın sesini duydun mu?


Kamyonun diferansiyel ne zaman intihar edecek diye düşünüyodum. Farlar kapalıyken toprak yolda o kadar da kolay gidilmiyor - hele ki ibre 100'lere dayanmışken. Herkesin yüzünde korku vardı. Benim umrumda değildi. Daha fazla ne olabilirdi ki lan? Kan içinde pek çok manzara ile karşılaşan biri için bu durum pek de önemli değildir.


Gittik, dakikalarca gittik, ben düşündüm. Bütün bunların lütfen bi rüya olması dahil pek çok şey düşündüm. Ama uyanamıyordum. Ve bir rüyada rüyada olduğunu sorgulayamazsın, ama ben sorguluyordum, bu yüzden son derece ve fazlasıyla gerçekti! Lanet olsun ama gerçekti.


Derken sınır göründü uzaklardan. Şoförün şükürler olsun dediğini duydum. Herkes uzun birer nefes aldı ve nefes aldı ve bi daha nefes aldı. Uzaklardan umut saçan kurtarıcı; Sarp Sınır Kapısı Türkiye-Gürcistan


Ve sonra arkamızda, uzaklardan ışıklar gördük. Devriye olabilirdi, olmayadabilirdi. Korku ile umut arasında sıkışıp kaldı herkes, ben yine tepkisizdim. Şoför de aynı zamanda sonlarda olan gaz pedalını daha da ezdi.


Yakalanmış olsaydık hikaye biterdi değil mi? Keşke bitseydi, orda bitseydi her şey.


Ulaştık sınıra, kamyonun özel izni varmış, birkaç konuşmadan sonra girdik içeri - tabi bu esnada ben dahil arka kasadakiler örtülerin altına gizlenmiştik. Bunun benim açımdan hiçbir anlamı yoktu, ama eğer yakalanırsak hepimiz yakalanırdık. Bu bencillik olur değil mi? Bu yüzden ben de girdim örtünün altına. Sonradan öğrendiğim üzere Gürcistan Türkiye arasında özel izinli çalışan bi firmanın aracıymış kamyon. Yoksa nere geçiyon lan öyle? Tabi her şey planlanmış taa dağıstandayken. Tabi bunu yıllar sonra anlamak koyuyor adama.


Evet olan oldu, çaresizlik kabullendiriyo kendini. Kurtulmuştum orada yaşanılan savaştan, orada yaşadığımız somut ve gerçek savaştan kurtulmuştum. Ama bu, burada daha da büyük savaşlar vereceğim gerçeğini değiştirmedi tabi - Yaşam Savaşı.

---

açıklama:
bu tamamen bir hikayedir, yaşanmış değil, kendi hayal gücüm.
Ama tabi bunları yazan birinin hiçbir şey yaşamadığını düşünmek de saçma olur değil mi?

-