yeraltıedebiyatı

__________________________________________________________

yeraltıedebiyatı
beş para etmez hikayeler | hoşa gitmeyecek anılar | uyduruk şiirler |
her şeye rağmen | hayatta kalma mücadeleleri |
açılmayan yerler | verilmeyen haklar | görülmeyen şeyler |
köşebaşı kavgaları | bi sarımlık cigaralar | yalnızlık |
anlatamayış | arayamayış | bulamayış | ve daha niceleri
-uzaklaş, durma kaç!

__________________________________________________________

2 Ağustos 2012 Perşembe

bir küçük çocuk - ve onun hikayesi


Adım neydi benim? Çeera, evet bunu hatırlıyorum. Türkçe anlamı ile; siyah. Evet bunu gerçekten hatırlıyorum. Dedem koymuş bu ismi. Nedenini yaşadıkça anladım.

Ben dağıstanlıyım. Orada doğdum ve orada ekmek de yedim. Ama şunu biliyorum, karnın nerde doyuyosa oralısındır. Çocukluğumu orada büyüttüm, oralarda günlük yaşarsın. Karnın doyduysa tamamdır, gerisi lüks. Oralarda savaş diye bişey vardı, anlatılanlara göre buralardan hiç gitmemiş. Dedemin dedesi savaşta ölmüş. Ve birçok arkadaşımın babası da savaşta ölmüştü. Ben şanslıydım, annem ve babam vardı ve savaşta ölmemişlerdi. Bu yüzden gerçekten şanslıydım.


Hiç sana doğru parlayan bi namlu ucunda yaşadın mı? Çeçen abiler vardı, söylenene göre onlar iyi taraftaymış, bizi koruyolarmış, özgürlüğümüzü istiyolarmış. Pek çok kez karşılaştım dediğim üzere çocuktum. O silahlarla bezeli ölüm makinaları hiç de göründükleri gibi değillerdi. Pek çok kez göz kırpıp gülümsediklerini gördüm. Ve aynı abileri pek çok kez bölgemiz hastanesinde kanlar içinde gördüm. Yine göz kırpıp tebessüm ettiklerini gördüm. Hani derler ya adam olmak, işte o abiler adamdı.


Ruslar kötü taraftaymış. Kırmızı oluyomuş üstleri şapkaları. Eğer onlara rastlarsak hemen yolumuzu değiştirmeliymişiz. Hatta eve gitmeliymişiz. Yoksa öldürürlermiş. Hiçbir yetkisi olmadığı halde kafasına göre sivil öldürüyolar, dünya adaletli beyler.


Gerçi bizim kasabaya gelemezlermiş. Çatışmalar yakın çevrede oluyodu. Buynaksk ile Makhachkala'da oluyomuş. Ama sesler hiç de uzaktan geliyor gibi olmadı, hiç! O korkuyla yaşamak nedir bilir misin? Her an kafana bomba düşebilir - ama bu Derbent için geçerli değildi. Bu yüzden diğer bölge ve köylerden daha şanslıydık. Fakat bugün onların başına gelen her an bizim de başımıza gelebilirdi. Bu yüzden şansına sevinemiyosun. Savaş kandır, pek çok adamı öldürür. İç savaş boktur, boka balıklama batmaktır, pek çok harbi adamı öldürür.


Pek çok direnişçi militan yıllarca çatıştı. Şuan bile devam ediyo, Sergokali çetesi vardı unutmamışım, bugün bile iç savaş devam ediyo ulan! Neyse burayı kapıyorum.


Böyle saçma sapan bi durumda geçti çocukluğum. Dağıstanın aşırı doğal zenginlikleri var, yeşillik ağaçlık cennet gibi yerdir. Ve biz de çiftçilik yapardık, aynı zamanda babam demirciydi. Bigün haber gelmiş büyük bi saldırı olacakmış güya. Bunu zaten hep söylerlerdi, her gün! Biz çocuklara göre bu söylentinin bi önemi yoktu. Ve gece olduğunda dualarımızı edip yattık.


Ama o günün sabahı, soğuk ve sert yatağımdan erken uyandım. Daha doğrusu uyandırıldım. Dışardan gelen sesler vardı her zamanki gibi, fısıltılı bi kalabalık. Erken uyandıran annemmiş. Daha ne olduğunu soramadan üstümü başımı giydirdi. Elime bi ekmek tutuşturdu, cebime de para koydu. Hayatımda ilk defa cebime para girdi o gün. Anlamıyordum, hiçbir şey anlamıyodum. Lan neden yapıyosun bunları sabahın köründe? Bu para ne!?


Annem yavaşça eğildi kulağıma ve şunları dedi; ''hiçbir şey sorma, korkma'' dedi ve alnımdan öptü. Nereden bileyim onu bidaha göremeyeceğimi lan, yoksa sarılmaz mıydım? Ben de öpmez miydim? koklamaz mıydım?


Elimden tuttuğu gibi hızla dışarı çıktık. Dışarıda belki de o ana kadar gördüğüm en büyük kalabalık vardı. Ve bir de ortada yapayalnız duran kamyon. Ve kamyonun arkasında da bizim çocuklar vardı. Çocuğum, yaşım 7 değildi belkide, hiçbişey anlamıyodum. Sonra babam geldi yanımıza. Sanki ben paketmişim gibi aldı kucağına. Duygusuzca ve konuşmadan kamyona doğru ilerledik. Bazen duygusuzluk, en fazla duygusallıktan daha duygusaldır. Götürdü beni kamyona bindirdi, -arka kapak açıktı- oturdum. Artık o koca adamla aynı boydaydık. O da alnımdan öptü ve bizi unutma dedi. İyi de bu çok mantıksız baba! Ne diyosun sen? Niye unutayım ki sizi? Noluyo baba?


Kamyonda pek çok yaşıt çocuk vardı, büyükler de vardı, küçükler de. Hepsinin yüzü ağlamaklı ve korku doluydu. Ama ben tepkisiz ve öfkeliydim - bir o kadar da anlamsız. Kamyonun etrafı ana baba doluydu, onların da yüzü ağlamaklıydı ve rutubet kokuyodu. Kamyon bir çığlık atarak çalıştı ve arkasına bakmadan harekete geçti. Bütün çocuklar el salladı geridekilere ama ben elimi bile kaldırmadım, kaldıramadım. Hayatımda ilk kez o koca adamın gözlerinde yaş gördüm. Babalar ağlamazdı? Tepkisizce sadece baktım. Kıpramadan baktım.


Kamyonun radyosunda bir şehirden ayrılışın hikayesi çalıyor, hüzünle ve yutkunarak. Bu kadar durgun bi sabah görmedi dünya, bu kadar anlaşılmaz.


Ve nereye gittiğinden habersizce kendini dalgalara bırakan kaptan, kayalıklar nedir habersiz. Gittik, gittikçe şehir uzaklaştı bizden. Hatta biz gitmedik hiç, nefes bile alamadık öylece çakılıp kaldık o lanet yerde. Ama şehir uzaklaştı bizden gözümüzde küçüldü.


Sonra yukarlardan can yakıcı bi ses duydum. Bu sesi daha öncede duymuştum, ama bu seferki çok fazla yakındı. Yukarı baktım, tamı tamına 7 tane uçak saydım, 7 tane. Bu ölüm makinelerinin bir tanesi koca bi apartmanı yıkabilir.

Sonra baktım uçakların üzerlerinde rus bayrağı var ve neden bizim evimize doğru gidiyorlardı?

Uçaklar bizim ayrıldığımız noktaya gidiyorlardı, bunu bir aptal bile anlayabilirdi. Ve; üzerimde dolanan o anlaşılamamazlık bulutları yavaş yavaş dağılmaya başladı. Keşke hiç dağılmasalardı diyorum, hep kalsalardı öylece tepemde. Uçakları izlemeye başladım, yanımdakilerden bağıran çağıran ağlayan sızlayan - bunların hiçbiri umrumda değildi. Sadece uçakları izledim ve lütfen olmasın diye dua ettim.


Uçaklar gözümüzde daha kaybolmayan şehrimize gittiler, ve oraya hepsi birer tohumunu bıraktı. İçlerindeki kötülük tohumunu. Orada öylece durup olan biteni izlemek nasıl bişeydir bilemezsiniz. Yıllardır oturduğunuz evin, mahallenin, şehrin bombalandığını izlemek - hem de içlerinde aileniz varken!


Sonra yaptıkları son derece normalmiş gibi çekip gittiler, arkalarına bakmadan. Geride bıraktıkları harabeden mezarlık, bu son manzarayı hiç unutamadım.


Her şeye rağmen ilk yolculuk başladı. Herkes uyudu ama ben uyuyamadım. Güneş gözünü kırptı, ama tepki alamadı. Öylece saatler geçti, derken gece oldu. O soğuk ve karanlık - gece!


Ve sonra kamyon, her saniye hızını artırarak Türkiye sınırına ilerledi. Şoför telefonla konuşuyodu - uydu anteninden farksızdı o devirde telefon anasını satayım. Bağıra çağıra konuşuyodu küfür ede ede. Belki de ilk küfürü orda duydum - ilk çaresizliğimdi. Neymiş rus birlikleri devriye geziyomuş yakalanırsak sorun olurmuş. Hiç sana yaklaşmakta olan silahın sesini duydun mu?


Kamyonun diferansiyel ne zaman intihar edecek diye düşünüyodum. Farlar kapalıyken toprak yolda o kadar da kolay gidilmiyor - hele ki ibre 100'lere dayanmışken. Herkesin yüzünde korku vardı. Benim umrumda değildi. Daha fazla ne olabilirdi ki lan? Kan içinde pek çok manzara ile karşılaşan biri için bu durum pek de önemli değildir.


Gittik, dakikalarca gittik, ben düşündüm. Bütün bunların lütfen bi rüya olması dahil pek çok şey düşündüm. Ama uyanamıyordum. Ve bir rüyada rüyada olduğunu sorgulayamazsın, ama ben sorguluyordum, bu yüzden son derece ve fazlasıyla gerçekti! Lanet olsun ama gerçekti.


Derken sınır göründü uzaklardan. Şoförün şükürler olsun dediğini duydum. Herkes uzun birer nefes aldı ve nefes aldı ve bi daha nefes aldı. Uzaklardan umut saçan kurtarıcı; Sarp Sınır Kapısı Türkiye-Gürcistan


Ve sonra arkamızda, uzaklardan ışıklar gördük. Devriye olabilirdi, olmayadabilirdi. Korku ile umut arasında sıkışıp kaldı herkes, ben yine tepkisizdim. Şoför de aynı zamanda sonlarda olan gaz pedalını daha da ezdi.


Yakalanmış olsaydık hikaye biterdi değil mi? Keşke bitseydi, orda bitseydi her şey.


Ulaştık sınıra, kamyonun özel izni varmış, birkaç konuşmadan sonra girdik içeri - tabi bu esnada ben dahil arka kasadakiler örtülerin altına gizlenmiştik. Bunun benim açımdan hiçbir anlamı yoktu, ama eğer yakalanırsak hepimiz yakalanırdık. Bu bencillik olur değil mi? Bu yüzden ben de girdim örtünün altına. Sonradan öğrendiğim üzere Gürcistan Türkiye arasında özel izinli çalışan bi firmanın aracıymış kamyon. Yoksa nere geçiyon lan öyle? Tabi her şey planlanmış taa dağıstandayken. Tabi bunu yıllar sonra anlamak koyuyor adama.


Evet olan oldu, çaresizlik kabullendiriyo kendini. Kurtulmuştum orada yaşanılan savaştan, orada yaşadığımız somut ve gerçek savaştan kurtulmuştum. Ama bu, burada daha da büyük savaşlar vereceğim gerçeğini değiştirmedi tabi - Yaşam Savaşı.

---

açıklama:
bu tamamen bir hikayedir, yaşanmış değil, kendi hayal gücüm.
Ama tabi bunları yazan birinin hiçbir şey yaşamadığını düşünmek de saçma olur değil mi?

-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder