yeraltıedebiyatı

__________________________________________________________

yeraltıedebiyatı
beş para etmez hikayeler | hoşa gitmeyecek anılar | uyduruk şiirler |
her şeye rağmen | hayatta kalma mücadeleleri |
açılmayan yerler | verilmeyen haklar | görülmeyen şeyler |
köşebaşı kavgaları | bi sarımlık cigaralar | yalnızlık |
anlatamayış | arayamayış | bulamayış | ve daha niceleri
-uzaklaş, durma kaç!

__________________________________________________________

14 Aralık 2012 Cuma

yek



"Ben başka filozoflar için yazmıyorum. Geleceği temsil edecek sayılı bir kaç insan için yazıyorum. Ben topluma karışıp onların arasında sürecek bir yaşamdan söz etmiyorum. Toplumsal ilişki kurma yeteneğim, başkalarına duyduğum ilgi ve güven; bunlar çoktan köreldi. Tabii, bunların bir zamanlar var olduğunu varsayarsak. Ben hep yalnız bir insan oldum. Her zaman da yalnız olacağım. Bu kaderi kabul ediyorum."

En gerilerdeki geçmişime baktığımda bile içimdeki boşluklardan korktuğumu hatırlıyorum. Bu yalnızlığım insanların var ya da yok olmasıyla ilgili bir şey değil, ne demek istediğimi anlıyor musunuz?

"Ve size yine her zamanki kadar, her insanın mahkûm olduğu kadar yalnızsınız demek istiyorum."

Bazen yaşamın o kadar içini görebiliyorum ki birden doğrulup çevreme baktığımda yanımda kimsenin olmadığını, bana eşlik eden tek şeyin zaman olduğunu görüyorum. Ben açgözlü biri değilim, kalabalığa yazmıyorum. Ve sabretmeyi biliyorum. Belki benim öğrencilerim henüz dünyaya gelmediler. Benim günlerim yarından sonraki günler.
"Bazı filozoflar ölümlerinden sonra doğarlar!"

Derin yalnızlığımda sık sık kendi kendime konuşurum. Ama fazla yüksek sesle değil, kendi sesimin boş boş yankılanacağından korkarım. Bu boşluğu dolduran kişi; tek kişi 'O' olmuştu.

"Sonra bu boşluğumda kalakaldım, yine."

O'na hiçbir şeyden bahsetmemeliydim. Beni anlaması mümkün mü? Ben bile kendimi anlayamıyorum.

Siyah beyaz bir yaşam, hiç renk yok, her şey karartılmış, şimdiki zaman da gelecek de; burada olacağım, beni burada bulacaksınız; her zaman! Tam burada, bu noktada, bu giysilerle, günden güne kararan ve kuruyan bu yüzümle.

(ne hissediyorum ki?)

Kendimi yerkabuğunun derinlerinde -var- oluşun merkezinde hissediyorum. Tam olmak istediğim yerde duruyorum. Yaşam ya da amaç hakkında soru sorulmayan bir yerde; merkezde, emniyetli bir yerdeyim. ''Onun güzelliği bana sonsuz emniyet sağlıyor.''

Yaşama amacı -benim amacım, hedeflerim, yaşamayı anlamlı kılan her şey- hepsi şu anda bana çok saçma geliyor. Bu saçmalıkların peşinden nasıl koştuğumu, bir daha gelmeyecek bir hayatı bunlar için nasıl harcadığımı düşündükçe korkunç bir ümitsizlik çöküyor içime.

sözlerime burada son

18 Kasım 2012 Pazar

dönmeyecek olana şarkı


S
anki gül tütününden doğmuş, saçlarını güneş destelemiş,

Artık güneş doğmuş ya da doğmamış, Mecnun beklemiş
Ruhunu uyanık bırakan her anında..
Eskimiş her kelime, hezeyanlar sokağında..




Bütün oyuncaklarımı terkettiğim gündü. Geleceğine inanmıştım. Her şeyi ertelediğim gündü, değişmek istediğim gündü. Kendimi kaybetmiştim, bulmak istediğim gündü. Bütün sevgileri atıp içimden, varlığımı yalnız ona verdim ben. İstemedi. Gelmedi.

Ben, ellerim ve ertelediğim her şey boşlukta kaldı.

Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi, kalbinizi dolduran duygular, kalbinizde kaldı.


9 Kasım 2012 Cuma

yağmur güzeli















Yağmurlar yağmıyor mu inceden ince
Rüzgarlar esmiyor mu serince
Bir sigara yakıyorum efkarlanarak
Çıkıp karşıma sen geliyorsun
Saçların ıslanmış oluyor
“Gel” diyorum duymuyorsun beni bir türlü
Seni böyle hayal meyal yaşamak çok zor
Uzanıp tutsam diyorum incecik ellerinden
Ellerim boşlukta kalıyor.

Bir gün çıkıp gideceksin
Sonra arkandan yine ince bir yağmur yağacak
Cadde cadde,sokak sokak
Sayıklar gibi dolaşıp seni arayacağım
Beni bir köşe başında ağlıyor bulacaklar.
Saklamak zor olacak,çaresiz kalacağım
Seni sevdiğimi anlayacaklar.
Üstüme yağmurlar yağacak
İnce bir dal gibi birden kopup kırılacağım
Kaldırım taşlarında sıcaklığım kalacak
Kahrolacağım.

Bu şiiri yağmur yağarken yazdım
Ezanlar okunuyordu minarelerden
Seni düşünmeseydim yağmurlu havalarda
Sokaklara çıkmayı göze almazdım.
Melul mahzun dolaşmazdım akşam karanlığında,
Duraklarda yapayalnız kalmazdım.

Yağmurlar yağmıyor mu inceden ince
Rüzgarlar esmiyor mu serince
Bir sigara yakıyorum efkarlanarak
Çıkıp karşıma sen geliyorsun
Saçların ıslanmış oluyor
“Gel” diyorum duymuyorsun beni bir türlü
Seni böyle hayal meyal yaşamak çok zor
Uzanıp tutsam diyorum incecik ellerinden
Ellerim boşlukta kalıyor.


Yavuz Bülent Bakiler

5 Ekim 2012 Cuma

umut


(bir şeyin olmasını istemek, beklemek)

Umut, o içindeki boşlukla savaş halinde.
Umut varken o boşluk olmuyor. Umut aslında yaşam demek, hissedebilmek umuttur.

Umut duymayan insan yaşama karşı nötrdür. Umut, tüm hislerin temelidir. Umut duymadan bir aşk'a başlayamazsınız. Umut duymadan mutluluk gelmez. Umut duymadan hayal kırıklığı ve acı da yaşayamazsınız. Umut duymayan insan yaşama karşı nötrdür, hiçbir şey hissedemez.

Umut aslında, yüzüne baktığında daha doğrusu gözlerine, Tanrı'yı hissedebildiğin kişidir. Umut aslında birisidir, içindeki o boşluğu boğar o, ve oraya hayat verir. Bu kişi aynı zamanda anlamdır, umutsuzluk ise anlamsızlık -yani boşluk-

Ve yine bu kişi, aslında sevgidir, yani sevilen. Gözlerinde Tanrı'yı bulduğunuz kişi sevilendir, yani aşk.
Ve aşk, o gözlerin size gülümsemesidir. O gülümseme, gözlerinize çizilen mutluluğun resmidir. Umut resimdir.

Bu resimin orada durduğu süre, zamansızdır. Mutluluk zamanı unutmaktır, zamansızlık. Umut zamansızdır.
Bunlar ve bunlara dair her şey, aslında tek bir şey. Aslında tek bir şey, içinde her şeyi barındırıyor.
Bu şey birisidir. Aslında tek bir şey, O'dur.
Ve o, sevilendir.

mavi, masmavi bir sonsuzluk umut
derin bir nefes alıp, kendini bıraktığın uçsuz bucaksızlığına...
sonra geliyor yılgınlığın
yerleşiyor yanına.
ortalık toz duman...
gözün hiçbir şey görmüyor,
hiçbir şey.

ama aslında gördüğün,
sadece tek bir şey.
.

...

28 Eylül 2012 Cuma

boşluk


boşluk..

her şeyin anlamını yitirmesi , amaçsız kalmak , neden veya nasıl sorularının yanıtsız kalması, ağlayamamak, gülememek, öylece durmak . (bkz: duvar)

Ağır çekimde nefes aldı. Nefes almak zorunda olduğu için nefes aldı, dolayısıyla almadı.

Uçurumdan aşağıya uçmakta olan bi araba nasıl hissediyorsa kendini, öyle hissetti, dolayısıyla hissetmedi.

hissettiğin oldu mu? çok uzun zamandan beri hayatının en merkezine biblo gibi oturttuğun oradan kalkınca bomboş hissettiğin.. ne yapacağını, nereye gideceğini bilemediğin.. kendine yeni bir hayat kurmak gerekirken parmağını titretemediğin zamanlar? bu boşluğu bildin mi hiç? kimsenin bi suçu olmadığı, kızamadığın, köpüremediğin, konuşamadığın ama susamadığın zamanlar..

en savunmasız kaldığın, zaman akıp giderken saniyelerin geçmek bilmediği zamanlar.. oldu mu?

boşluk..

gittiğin yerde bir kimse olmaması.
uyandığında bir kimseyi görememek.
konuştuğunda, duyan bir kimsenin bulunmaması.
uyuyacak yer bulamamak.
yapacak bir şey bulamamak.
ne yapacağını bilememek.
hiçbir şeyden tat alamamak.
geçmişe baktığında bir şey görememek.
şimdiye baktığında hissedememek.
geleceğe bakamamak.
aynaya bakamamak.
yollarda bir kimse olmaması.
kuklanın iplerinin bağlandığı yer.

boşluk..

hayatın anlamını yitirmesi, en değer verilenin kaybedilmesi, hayallerin yerle bir olmasıdır insanın içindeki boşluğu yaratan. bu boşluk içinize işler ve her nefes aldığınızda karnınızda hissedilir. her "off" çekişinizde büyür, tıpkı bir balon gibi. yemek yiyemezsiniz, nefes alamazsınız, eskisi kadar hızlı ve aktif olamazsınız, gözleriniz eskisi kadar net göremez, sesler gittikçe daha da uzaklaşır; ve hayatın anlamı her an daha çok erir, hayallere sarılmak için ihtiyaç duyulan güç her an daha çok yitirilir. boşluk büyür, göz bebeklerinize yerleşir, bakış açınızı ele geçirir, sonsuz bir parlaklık girer gözlerinizden içeriye. kamaşır. beyaz sarar beyninizi, sonra bir damla siyah akar boşluktan yukarıya doğru, bir damla daha, bir damla daha... söner tüm ışıklar, umutlar erir, nefes kesilir. siyah... bir... boşluk...

yalnız yapayalnız biriyseniz o boşluğu doldurmak için saçma sapan şeyler yaparken buluyorsunuz sonra kendinizi. boşluktayken insan gayet normal olaylara çok farklı gözlerle, sıra dışı olaylara ise boş vermişlikle bakabilir. konuşmaya ihtiyacı olabilir. konuşacak kimsesi olmayabilir. sonra gider sağa sola yazılar yazar ne yaptığını o anda bile bilmez.

var olmaya devam etmek için sebebiniz kalmamışsa, kocaman bir boşluğunuz var demektir. "şimdi uyuyorum ve sabah uyanacağım, çünkü ..." cümlesindeki üç noktaya yazacak bir şeyiniz yoktur. uyanmak için bir sebebiniz yoksa, sonsuz bir uyku için çok geçerli bir sebebiniz vardır.



boşluk..

zaman yok.. mekan yok.. geçmiş yok.. gelecek yok.. ses yok.. ışık yok.. ellin ayağın tutmaz gibi. boşluğun içine doğru sonsuz bir düşüş.. kendimi sevmediğimde, utandığımda, kırıldığımda etrafımı sarmasını istediğim tek şey. en çok yalnızlığa benziyor. ama tam da aynı değil. kaçıp saklanılacak en iyi yer. en çok o işe yarıyor. korkakların yurdu gibi.. kaybedilenin bıraktığı yokluk hissine de benzer. ama tam değil.. bir çemberin içinde amaçsızca dönüp durursun ama bir umutsuzluk hali değildir. bekleyiş, sonlu, sınırlı, anlaşılmazlık, sakinlik. boşluk duygusu sanıldığı gibi boş değildir. boşluk duygusu olasılıklı doluluktur.

içimizdeki kara delik. kontrol altına alınmadığı takdirde bizi yutması da olasıdır..
öyle lanet bir şey ki için acıyor her gün eriyip gidiyorsun; ama neden olduğunu bile bilmiyorsun.

bazen hiç uyuyamıyorsun bu yüzden, beyninin patlamasından korkuyorsun; bazen günde on beş saat uyuyorsun ama yine de uyanmak istemiyorsun kendinle baş başa kalmamak için.

eskilerden pek kimse kalmıyor ya zaten etrafında, kalanlar da anlamıyorlar sana ne olduğunu; neden devamlı dalıp gittiğini, eğleniyormuş gibi görünürken bile gözlerindeki umutsuzluğu. bilmiyorlar ki beyninden o anda ne geçtiğini, aslında sadece ölümü düşündüğünü.

sırf kendinden kurtulabilirsin belki diye ölmek istiyorsun, ama onu bile beceremiyorsun; korkuyorsun ya kurtulamazsam diye. başkalarından nefret etmek öyle kolaymış ki aslında, her gün kendinden daha çok nefret ettikten sonra bunu anlıyorsun.

sevdiğin şarkıları dinlemeye bile korkuyorsun, ya eskiden hissettiklerimi hissedemezsem diye.
her gün daha da batıyorsun bok çukuruna, insanlığından her gün daha çok şey yitirerek.
bundan kötü olamaz herhalde diye delirmekten bile korkamıyorsun, en azından deliler kendilerini unutabiliyorlar,
yüreğin her gün daha da sıkıştırıyor seni, beynin eriyor gün geçtikçe,
ve sen her gün sen olmaktan daha fazla çıkıyorsun;
nereye gittiğini bilemeden, en çaresiz halinle.

boşluk..

yapılması gereken binlerce işe rağmen yapacak bir şey bulamamak.
etrafı saran onlarca insana rağmen kimseye sahip olamamak.
mutlu ya da mutsuz olamamak.
bir şey hissedememek.

son kaya parçası da kayıyor ayağımın altından… uçurumun kenarındayım… var oluş ve yok oluşun arafında kalmış sürrealist bir resmin içerisindeyim. gözlerimin kıyısından geçen satırlar, kelimeler, seslerin bir araya gelimi bir anlam ifade etmekten çok uzakta hala. “yüzleşmek gerek” diyen kendi sesimi duyuyorum yankı halinde. yankının kaynağını çözmeye çalışıyorum; aşağıdaki boşluk mu, yoksa içimdeki boşluk mu? fark edemiyorum. “yüzleşmek…” ne ile peki? işgal altında kalmış ve can çekişen bedenimden arta kalanlarla mı yüzleşmek? ya da bu hale nasıl geldiğimle mi? ne ile yüzleşmek? hiçbir faydası yok.

tam burada bir boşluk var. göğüs kafesimin ortasında, karnımın üst tarafında. kocaman bir boşluk. göremedin mi? dışarıdan görünmüyor zaten. içeriden hissedilebiliyor ancak. kocaman bir boşluk.
..


19 Eylül 2012 Çarşamba

sigara 2






Dumana karışır, uçar gider ruhun.
Geriye kalan bedenin, ezilmiş bir izmarit kadardır.





Anlatılamayanlar, en ücra köşelerde, kelimelerin bile erişemediği diyarlarda saklanan onlar. Herkesin içinde vardır böyle ip cambazları. Çok aksidirler onlar, oldukça yetenekli ve acımasızdırlar. Bilmezsin tam olarak neye benziyor, içimde barındırdığım bu melamet ne - bilemezsin. Bu madalyonun görünmeyen gizli yüzüdür. Bunlar hakkında net olarak konuşamıyorum, diğer yüze geçelim.

O, aslında küçücük ama içine sonsuz kavramını sığdırdığın zihnin, aklın, düşünsel faaliyetlere harcar bütün varlığını. O kafanın içinde ideolojiler, fikirler, devrimler, reformlar, eleştiriler.. uçuşurlar süratle. O kaos muntazamdır, düzensizlik düzenidir aslında zihninde olan. Eğer az çok düşünüyorsan ve rahatsızsan bir şeylerden, aynı şeyleri değiştirecek gücünün olmaması senin çaresizliğindir. Yine bu da; aslında binbir yüzü olan çaresizlik muammasının bir yüzüdür.

Diğer bir yüzü ise, dibe vuramamaktır. Dibe vuramamak, dibe vurmaktan çok daha kötüdür. Askıda kalırsınız, ne aşağı ne yukarı, ikilemler insanları delirtebilir. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın o ayak bir türlü değmez zemine. Ve sonra, asıl nedeni bulamadığınızda usanırsınız, her şeye boş verir vazgeçersiniz. Her şeyden, dahası kendinizden. Ruhen de bedenen de gücünüz kalmaz hiçbir şeye. Bu gerçekten kötüdür.

Sonra beklersiniz, bir el, bir can simidi, bir kurtarıcı. Ve bu fırsat ayağınıza kadar geldiğinde geri tepersiniz. Çünkü cesaret edemezsiniz tekrardan başlamaya, tekrardan yüzmeye korkarsınız. Bulunduğunuz yer, o lanet yerden çıkmaya korkarsınız. Bu korkunun nedeni, aynı zamanda cesaretsizliğin, tekrar o iğrenç yere geri dönme ihtimalidir. Evet tam olarak bundan korkarsınız, ya tekrardan geri düşersem oraya?

Bir diğer neden ise; size uzatılan eli de bu bataklığa çekme ihtimalinizdir. Bir çeşit kaybetme korkusu. Bu diğer nedenden daha kötüdür. Son derece özensiz, rastgele ve zorla yazılan bir yazı daha bitti.

sözlerime burada son

15 Eylül 2012 Cumartesi

milyonlarca canavar noktacık









İnsanda var olan anlaşılamama kaygısı, zamanla yerini umursamazlığa bırakır ve artık dış dünyayla zihnin arasındaki irtibatı kesersin. Sürekli kendi içinde konuşur, düşünür, dertleşir, nefret eder, sever, bağırır çağırırsın. Fırtınalar kendi içinde kopar, tufanların sesi dışarıya ulaşmaz, dışardan bakanlar için artık sen susmuş, somurtmuş, itici, silik bi tip haline gelirsin.

Kendi kendine anlatır, kendi kendine dinler, kendi kendine gülersin, kendi kendine ağlayamazsın. Bu gerçekten aşırı boktan bir durumdur. Nasılsın sorusundan nefret edersin artık, çünkü senin için iyi ya da kötünün bir anlamı kalmamıştır, kendi içinde yaşamaktan zihnin yaşlanmışdır.

Ve bunca zaman bu içine attıkların, artık seni boğmaya başlar ama bir türlü ölemezsin. Öyle ki; anlatmaya kalksan anlatamazsın, kısacık bir cümle kurmak bile eziyet eder sana, konuşamazsın. Kafanın içinde tonlarca nokta vardır, bütünüyle işgal edilmiş bir zihin, bu canavar noktalar sürekli çoğalırlar ve daha da çoğalırlar.

Şimdi hadi diyelim kır bu kendi üzerine oluşturduğun kabuğu ve içindekileri anlat onlara, ne anlatacaksın? Milyonlarca noktaya dönüşmüş artık kafandakiler ve küflenmiş üzerleri, ne anlatacaksın? Evet işgalci canavar onlar, evet yer tutuyorlar zihninde, ama artık anlatılabilirlik çizgisini aşmış bir canavar ordusu onlar, birsürü noktacığın nesini anlatacaksın? Bir sürü canavar işgalci noktacık-

Gerçi kimin zihni düzenli çekmecelerden oluşur ki?


Artık yaptığım tek şey beklemek, sadece bekliyorum. Beni bu durumdan çekip kurtaracak bir el bekliyorum, ama nedense bütün eller şamar atmak için kalkmış havaya. Burası da ayrı bi konu.

Son olarak şu var; bu kafamın içindekilerle ölmek istemiyorum.

8 Eylül 2012 Cumartesi

içtenlikten istençsize

















Biri ellerimi tutuyor sanki, boğazımda tepiniyor çaresizliğim, yutkunmalarım halsiz, nefes almakta zorlanıyorum, ölümüme doğru koca bir adım daha atıyorum sanırım, aklımda olan sen, ölürken bile, zaten olağan olan bu, başka türlüsü saçma olurdu.

Artık hiçbir şey istemiyorum, isteyemiyorum, anlam yüklediğim her şeyi parçaladın ve onların tahtına kuruldun, artık her şey seninle anlamlı, bilmiyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bunu neden yapıyosun onu da bilmiyorum. İstediğin şey bu herifi delirtmekse söyleyeyim; bunu çoktan başardın.

Ama inan bunları yazmak için bile çok zorluyorum kendimi, ama olmuyor, yazamıyorum. İşim bitti sanırım.
Ama ben onu beklediğim gibi, tekrar yazmayı da bekleyeceğim. Çünkü ardımda sana dair birşeyler bırakmak istiyorum. Bütün bu kafamın içindekilerle ölmek istemiyorum, sesim sana ulaşsın istiyorum, duyuyor musun beni?
Bu kadar.

boğazımda tepiniyor çaresizliğim, yutkunmalarım halsiz, nefes almakta zorlanıyorum, ölümüme doğru koca bir adım daha atıyorum sanırım, aklımda olan sen, ölürken bile, zaten olağan olan bu, başka türlüsü saçma olurdu.

31 Ağustos 2012 Cuma

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Yalnız Adımlar








Yalnız adımlar ölü kaldırımlar...









Bugün yine bitik bi adam olarak formumdaydım. Yine yürüdüm bomboş ve şuursuzca, ve yine zaman geçsin diye yaşadım. Ve yine sigara içtim, iyi veya kötü, iğrenç veya değil ama içtim ve içeceğim. Şimdi, bi adam neden bu hale gelir? Bu güzel bir soru gibi duruyor, ve cevabı tam olarak kestirememekle beraber bunun senle ilgisi olduğunu düşünüyorum. Aslında bundan eminim, her şeyin nedeni sendin, sensin.

Bu saçmasapan yazıyı buraya yazmamın nedeni de sensin, ve şuandan itibaren kontrol bende değil kadın. Hatta bunu daha da geriye alabiliriz. Sen, kanserli bi hücre gibi zihnime yayılmaya başladığından beri, evet o zaman dilimi buraya ait. Bak ne kadar da üst düzey cümleler kuruyorum gördün mü? -

Yürüdüm ve her köşe başına geldiğimde heyecanlandım, kalbim ritmini artırdı ve umut tohumlarını yeşertti. Her yüze belki sana aittir diye baktım yine, dışardaki insancıklardan belki abaza, hödük yaftalarını yemiş olabilirim ama bu umrumda değil. Bir sürü yüze baktım ama sen ortalarda yoksun kadın. Hatta bu beni fazlasıyla korkutuyor ki artık yüzünün ayrıntılarını hatırlamıyorum, o kadar yaşlandı zihnim, belki de çoktan öldü. Oysa bir kere daha görmek, sadece bir kez, çok şey mi istiyorum ey iyonosfer?

Sana söyleyemediğim her cümleyi biyerlere yazdım. Aslında yazılanlar da son derece yüzeysel, veya yazılabilen diyelim buna. Harfler yetmiyor ve yetmezde, yetmeyecek de. Her geçen gün bir harfi daha öldürüyorsun kadın. Ve artık yaşamı harfler üzerinden sürdüren bir adam için bu iyi değil. Tabi şu var; katil sen olduğuna göre işler değişiyor.

Bak gördün mü neler söyledim yine ve neler yazabildim. Bunları neden yazıyorum buraya, bilmiyorum. Bunu sen biliyorsun kadın. Tabi haberin varsa benden-

Onun gölgesinde yaşayan bir hayalet gibisin. Varlığından habersiz, neler yaptığından ve neden yaptığından habersiz, onun için neleri elinin tersiyle ittiğinden habersiz, nefes aldığından daha doğrusu alamadığından habersiz, uyuduğundan daha doğrusu uyuyamadığından habersiz, ağzına kadar tıka basa onla dolu olan zihninden habersiz, ...

Ne zamandır siyah beyaz yaşıyorum? Yaşamımdan neden renkleri çekip aldın kadın? Çok bencilsin. Kafam karışıyor ve hafızam eskisi gibi değil. Eskiden nasıldı onu da hatırlamıyorum ya, neyse. Bir kez daha görsem, tekrar göğüs duvarlarına vursa ve çıldırsa o yaşlı kalpcik. İstediğim çok şey mi? Bütün bencilliğin el uzatmalarından ve aç gözlülüğünden uzak, ölgün bir istençle sadece bakmaktan mutluluk duymak-

Bu kadarı yeter mi? Sabaha kadar konuşabilirim. Ama şunu biliyorum, sabah kalktığımda hiçbir şey değişmeyecek. Evet bunu biliyorum. Ve sen dişlerini fırçalarken ben yine seni düşüneceğim. Senin aynaya bakıp kendine güldüğünü falan düşüneceğim. Aslında hiç olmayan ben, yine seni düşüneceğim.

Çok mu saçmalıyorum, ah beni mazur gör. Nasıl olsa duymayacaksın beni, beni duyamazsın. Bu yüzden rahatım ya zaten! Yoksa nasıl bu kadar rahat olabilirdim? Sen sanıyor musun ki bunları sana anlatabilirim. Tek bir harfini bile söyleyemem. Neden mi? Çünkü korkağın tekiyim. Hemen uzaklaşırım oradan. Uzaktan, kafamı toprağın altına sokup oradan bakmaya çalışırım. Çünkü aptal herifin tekiyim. Ey dünya sana sesleniyorum, ben aptalım ve kocaman bir hiçim.

sözlerime burada son

14 Ağustos 2012 Salı

sigara





















İnsan neden sigara içer? Bu çok aptalca değil mi? Öldürüyor ulan. Acı çeke çeke gebereceksiniz olm, öleceksiniz kanser olac....  Siz, bütün bunları bilmediğimizi felan mı düşünüyosunuz? he bu konudan bakarsak nefes bile almayalım - ölüyoruz -her nefeste ölüme bir adım daha yaklaşıyoruz.
--
Sigara aşktır canlar.
Şu hayatta senin için yanan tek şey odur. Söylesene, başka kim kendini feda ediyor senin için - kül oluyor?
Başka kim seninle birlikte eriyor - kül oluyor?
O ellerinde yanarken aslında seni yansıtmıyor mu? Sen de onunla birlikte yanmıyo musun?
Bittikten sonra yeterince oksijen alamadığını farkedersin, belki maksimum yarısı doluyordur ciğerlerinin, dolayısıyla kalp ritmi değişir, peki söyle aynı etkiyi başka ney yapıyor? Kimi görünce aynı şeyleri yaşıyosun? Sigara aştır ulan, yanmaktır, kül olmaktır, tükenmektir.
Bunları yaşamayan dediklerimden hiçbir halt anlamayacak bunu biliyorum, ama yalnız başınıza gece sokakta yürürken tek yoldaşınızın sigara olduğu zamanlar olur, sizi en iyi anlayan bir katildost. Evet belki sizi öldürüyor ama bunu arkanızdan alçakça yapmıyor.
Her nefesinizde iliklerinize kadar hissedersiniz, kısa süre de olsa aynı anı yaşarsınız. Umutların can çekiştiği yerde - o karanlık ve küf kokan yerde başka kim anlıyor sizi?

Hem şunu düşünün, neredeyse sigara içmeyen şair yok, çoğu yazar, sanatçı, düşünür kullanıyor. Demek ki o kadar da yüzeysel düşünmemeliymişiz değil mi? Bu merette var bişeyler.
Söyleyeceklerim de sona yaklaşırken;

Gelelim şu kanser meselesine veya öldürür içmeyin olayına. Bunu diyen herifin yaşantısında ney sağlıklı? Bunları söyleyip bilgisayar başından kalkmıyor adam, radyasyon sağlığa çok yararlı değil mi? Yediği yiyecekler içtiği su aldığı nefes, bunlar çok mu sağlıklı? Kanser olmak için sigaradan çok sebebimiz var ve merak etmeyin, zaten eğer olursak hepimiz olacağız.

hadi selametle.

Hangisi 'yara' izi?


Kimileri kendi evinin bahçesindeki salıncaktan düşer kafasını kırar, pasta yerken eline çatal batar, kocaman dilimi ağzına sokuşturmaya çalışırken çatalın sapını gözüne sokar, kafasına odasındaki altın kaplama avize düşer, petshoptan aldığı köpek özgürlüğüne kavuşmak için koştuğunda ipini tutmaya çalışırken yere kapaklanır yüzünü soydurur falan.

Kimileri de sadece hayatta kalmaya çalışır, dişliye elini sıkıştırır, keseri eline vurur, tornavida eline batar, karnı açtır bahçelerden gizlice meyve toplar -tamam kendimizi kandırmayalım ''çalar''- dolayısıyla elini ayağını ağzını yüzünü yırtar...


Şimdi, ikisi de aynı yara izi öyle mi? -

7 Ağustos 2012 Salı

Bireysellik-Benmerkezcilik, Menfaat ve Eğitim Üzerine


Öncelikle okuyan herkese selam ediyor gözlerinden öp.. bi dk lan bu değildi. Konu dün aklıma geldi, gece uyuyamazken. Soğutmadan yazayım demiştim ama zaten soğudu. Artık unutkan biriyim, sigara ve birbaşkası hariç her şeyi unutuyorum. Bu ilgisiz ve saçma açıklamadan sonra konuya döneyim. Bireysellik. Diğer bir tabirle benmerkezcilik. Nedir bu benmerkezcilik?

En sözlük anlamı ile kendini her şeyden önce ve üstün tutmak. Menfaat nedir peki? Önce kavramları tek tek en geniş anlamıyla açıklayıp sonra bağlayacam birbirine, bittiğinde kafanızda kendi başına hareket eden bir düşünceyle karşılaşmayacaksınız-umut ediyorum. Nedir bu menfaat?

Yarar, fayda, çıkar. Toplum ilişkisinin temeli -malesef- , parayla eş anlamda kullanabilirsiniz. Ve geldik bütün bunların eriyip aynı potada birleştiği eğitime. Nedir bu bu eğitim? -ki ömrümüzü bunun için heba ediyoruz.
Eğitim; okullar, kurslar ve üniversiteler vasıtasıyla bireylere hayatta gerekli olan bilgi ve kabiliyetlerin sistematik bir şekilde verilmesi. Wikipediada yazan anlamı bu. Okuduktan sonra küfür etmeli miyiz? Kesinlikle! 'Hayatta gerekli olan bilgi ve kabiliyet' mi yazıyor orda ben mi yanlış görüyorum? Sanki görünmeyen bir cama çarpmış gibi oldum, eminim sizlerde öylesinizdir. Çünkü bize öğretilen bilgilerin niteliği pek de tanımdaki gibi değil he? Yüzde yüz sanal ve hiçbir sahada uygulayamayacağımız bilgilerle yükleniyoruz, taaki 7 yaşımızdan beri. Ve yine tamamen soyut, ve soyut olmasının yanında işe yaramaz soyut, daha da argoya kaçarak saçmasapan bir soyut bilgiler içinde boğuluyoruz. Hayat adına, hayatta kalmak adına, kabiliyet ve beceri adına, zanaat ve sanat adına hiçbir şey öğrenmiyoruz! Gerçi zaten diğerlerini de öğrenmiyoruz ki, ezberliyoruz! Bütün bu saçmalıklar gerçekten gerekli mi peki? Yemin ediyorum değil ya, lan valla değil.

Yaşamdaki en temel amaç nedir? Para kazanmak mı? Ev almak mı? Araba almak mı? Karayip sahillerinde öküz gibi yatıp hayvan gibi yiyip ardından viski içmek mi? HAYIR. Bunların hiçbiri değil ve en yakından alakası yok. İçine doğduğumuz son derece lüks ve pofuduklu yataklar bize en temel amacı unutturuyor. Hayatta kalmak! Evet, en temel amaç ve başarı budur. Halen hayattaysanız başarılısınız demektir. Sanal başarısızlıkların en ufak bir önemi yok. Ama malesef bunun farkında değiliz, gözlerimiz kapalı koşuyoruz sanal başarıların peşinden. Evet bu en temel amacı unuttuğumuzdan beri gelişmeler hiç de iyiye gitmedi. Bütün değer yargılarımız değişti. Hepsini ve her şeyi para ile hesaplar olduk. Buralar konu dışında kaldı kaptırdım gidiyorum. Şimdi yükselen sesleri görüyorum, ulan açıkladığın kelimelerle ne alakası var bunların salak herif mi dedi biri?

Temel amacımızı unuttuğumuzdan beri bütün ilişkilerimiz menfaat üzerine kurulu oldu. Ve bu menfaatın karşılığı da para ile hesaplandı. Ve bütün bunlar, son derece saçma ve adeta yarış atı yetiştiren, gerçek ve somut hayat karşısında isminden başka hiçbir şey bilmeyen, eğitilmiş indirgenmiş biyonik robotlar yetiştiren eğitim ile bireyselliğe, benmerkezciliğe dönüştü. Sanırım bütün parçalar oturdu yerine, he?
Menfaat - Bunun için Para - Bunun için Eğitim - Sonuç: Benmerkezcilik.

hadi selametle.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Çağımızın en yaygın sorunu; amaçsızlık.


 Genç, sana diyorum sana. Geleceğin hakkında belki saatlerce düşünüp sonunda hiçbir halt bulamayan sana diyorum. Ne istiyosun? Evet bunu da bilmiyosun. İlerde ne yapacaksın? Bunlar hakkında düşünmeye bile korkuyorsun. Ve boşveriyosun. Boşver. Gerçekten boşver lan, açlıktan kim ölmüş? Ama ben boşverebilirim, çünkü en temel amaç olan hayatta kalma bakımından gerekli tecrübe ve birikime sahibim. Gerçek ve somut hayat karşısında okumayı(!) yarıda bırakmış birisi olarak son derece bilgiliyim. Ve ben, bu yüzden boşverebilme hakkına sahibim. Ama sen boşveremezsin, şuanda boşversen de ilerde seve seve* düşüneceksin bunları. Korkakça ve çocukça erteliyosun, boşveriyosun. Ama zamanı geldiğinde olacakları az çok kestirebiliyosun. Sana önerebileceğim ne mi var? Ulan internet elinin altında. İstediğin her bilgiye ulaşabilirsin. Ama sen saçmasapan bi site karşısında en önemli tükenenini - zamanını harcıyorsun. Bir hiç için! Bunu yapma çocuk, üniversite veya lise veya herhangi adı eğitimle bağdaşlaştırılmış olan ve gerizekalı yetiştirmek üzere tasarlanan kurumlardan kurtul mesela. Kendi okulunu kurmalısın, kendi kendinin öğretmeni olmalısın. Aklını gerçek ve somut üzerine kullanmalısın, bilgi uygulandığı kadar değerlidir. Uygulayamadığın tonlarca bilginin neden hamallığını yapasın ki? Para nedir? Eminim ki bunu hiç araştırmamışsındır. İnternet niye var lan, kızlar mesaj atsın diye mi? Bu zihniyeti değiştir derim, kendini yeniden bilgiye acıktır, gerçek ve somut - uygulanabilir ve hayatta kalma şansını artıran bilgiye!
Hadi selametle.

2 Ağustos 2012 Perşembe

bir küçük çocuk - ve onun hikayesi


Adım neydi benim? Çeera, evet bunu hatırlıyorum. Türkçe anlamı ile; siyah. Evet bunu gerçekten hatırlıyorum. Dedem koymuş bu ismi. Nedenini yaşadıkça anladım.

Ben dağıstanlıyım. Orada doğdum ve orada ekmek de yedim. Ama şunu biliyorum, karnın nerde doyuyosa oralısındır. Çocukluğumu orada büyüttüm, oralarda günlük yaşarsın. Karnın doyduysa tamamdır, gerisi lüks. Oralarda savaş diye bişey vardı, anlatılanlara göre buralardan hiç gitmemiş. Dedemin dedesi savaşta ölmüş. Ve birçok arkadaşımın babası da savaşta ölmüştü. Ben şanslıydım, annem ve babam vardı ve savaşta ölmemişlerdi. Bu yüzden gerçekten şanslıydım.


Hiç sana doğru parlayan bi namlu ucunda yaşadın mı? Çeçen abiler vardı, söylenene göre onlar iyi taraftaymış, bizi koruyolarmış, özgürlüğümüzü istiyolarmış. Pek çok kez karşılaştım dediğim üzere çocuktum. O silahlarla bezeli ölüm makinaları hiç de göründükleri gibi değillerdi. Pek çok kez göz kırpıp gülümsediklerini gördüm. Ve aynı abileri pek çok kez bölgemiz hastanesinde kanlar içinde gördüm. Yine göz kırpıp tebessüm ettiklerini gördüm. Hani derler ya adam olmak, işte o abiler adamdı.


Ruslar kötü taraftaymış. Kırmızı oluyomuş üstleri şapkaları. Eğer onlara rastlarsak hemen yolumuzu değiştirmeliymişiz. Hatta eve gitmeliymişiz. Yoksa öldürürlermiş. Hiçbir yetkisi olmadığı halde kafasına göre sivil öldürüyolar, dünya adaletli beyler.


Gerçi bizim kasabaya gelemezlermiş. Çatışmalar yakın çevrede oluyodu. Buynaksk ile Makhachkala'da oluyomuş. Ama sesler hiç de uzaktan geliyor gibi olmadı, hiç! O korkuyla yaşamak nedir bilir misin? Her an kafana bomba düşebilir - ama bu Derbent için geçerli değildi. Bu yüzden diğer bölge ve köylerden daha şanslıydık. Fakat bugün onların başına gelen her an bizim de başımıza gelebilirdi. Bu yüzden şansına sevinemiyosun. Savaş kandır, pek çok adamı öldürür. İç savaş boktur, boka balıklama batmaktır, pek çok harbi adamı öldürür.


Pek çok direnişçi militan yıllarca çatıştı. Şuan bile devam ediyo, Sergokali çetesi vardı unutmamışım, bugün bile iç savaş devam ediyo ulan! Neyse burayı kapıyorum.


Böyle saçma sapan bi durumda geçti çocukluğum. Dağıstanın aşırı doğal zenginlikleri var, yeşillik ağaçlık cennet gibi yerdir. Ve biz de çiftçilik yapardık, aynı zamanda babam demirciydi. Bigün haber gelmiş büyük bi saldırı olacakmış güya. Bunu zaten hep söylerlerdi, her gün! Biz çocuklara göre bu söylentinin bi önemi yoktu. Ve gece olduğunda dualarımızı edip yattık.


Ama o günün sabahı, soğuk ve sert yatağımdan erken uyandım. Daha doğrusu uyandırıldım. Dışardan gelen sesler vardı her zamanki gibi, fısıltılı bi kalabalık. Erken uyandıran annemmiş. Daha ne olduğunu soramadan üstümü başımı giydirdi. Elime bi ekmek tutuşturdu, cebime de para koydu. Hayatımda ilk defa cebime para girdi o gün. Anlamıyordum, hiçbir şey anlamıyodum. Lan neden yapıyosun bunları sabahın köründe? Bu para ne!?


Annem yavaşça eğildi kulağıma ve şunları dedi; ''hiçbir şey sorma, korkma'' dedi ve alnımdan öptü. Nereden bileyim onu bidaha göremeyeceğimi lan, yoksa sarılmaz mıydım? Ben de öpmez miydim? koklamaz mıydım?


Elimden tuttuğu gibi hızla dışarı çıktık. Dışarıda belki de o ana kadar gördüğüm en büyük kalabalık vardı. Ve bir de ortada yapayalnız duran kamyon. Ve kamyonun arkasında da bizim çocuklar vardı. Çocuğum, yaşım 7 değildi belkide, hiçbişey anlamıyodum. Sonra babam geldi yanımıza. Sanki ben paketmişim gibi aldı kucağına. Duygusuzca ve konuşmadan kamyona doğru ilerledik. Bazen duygusuzluk, en fazla duygusallıktan daha duygusaldır. Götürdü beni kamyona bindirdi, -arka kapak açıktı- oturdum. Artık o koca adamla aynı boydaydık. O da alnımdan öptü ve bizi unutma dedi. İyi de bu çok mantıksız baba! Ne diyosun sen? Niye unutayım ki sizi? Noluyo baba?


Kamyonda pek çok yaşıt çocuk vardı, büyükler de vardı, küçükler de. Hepsinin yüzü ağlamaklı ve korku doluydu. Ama ben tepkisiz ve öfkeliydim - bir o kadar da anlamsız. Kamyonun etrafı ana baba doluydu, onların da yüzü ağlamaklıydı ve rutubet kokuyodu. Kamyon bir çığlık atarak çalıştı ve arkasına bakmadan harekete geçti. Bütün çocuklar el salladı geridekilere ama ben elimi bile kaldırmadım, kaldıramadım. Hayatımda ilk kez o koca adamın gözlerinde yaş gördüm. Babalar ağlamazdı? Tepkisizce sadece baktım. Kıpramadan baktım.


Kamyonun radyosunda bir şehirden ayrılışın hikayesi çalıyor, hüzünle ve yutkunarak. Bu kadar durgun bi sabah görmedi dünya, bu kadar anlaşılmaz.


Ve nereye gittiğinden habersizce kendini dalgalara bırakan kaptan, kayalıklar nedir habersiz. Gittik, gittikçe şehir uzaklaştı bizden. Hatta biz gitmedik hiç, nefes bile alamadık öylece çakılıp kaldık o lanet yerde. Ama şehir uzaklaştı bizden gözümüzde küçüldü.


Sonra yukarlardan can yakıcı bi ses duydum. Bu sesi daha öncede duymuştum, ama bu seferki çok fazla yakındı. Yukarı baktım, tamı tamına 7 tane uçak saydım, 7 tane. Bu ölüm makinelerinin bir tanesi koca bi apartmanı yıkabilir.

Sonra baktım uçakların üzerlerinde rus bayrağı var ve neden bizim evimize doğru gidiyorlardı?

Uçaklar bizim ayrıldığımız noktaya gidiyorlardı, bunu bir aptal bile anlayabilirdi. Ve; üzerimde dolanan o anlaşılamamazlık bulutları yavaş yavaş dağılmaya başladı. Keşke hiç dağılmasalardı diyorum, hep kalsalardı öylece tepemde. Uçakları izlemeye başladım, yanımdakilerden bağıran çağıran ağlayan sızlayan - bunların hiçbiri umrumda değildi. Sadece uçakları izledim ve lütfen olmasın diye dua ettim.


Uçaklar gözümüzde daha kaybolmayan şehrimize gittiler, ve oraya hepsi birer tohumunu bıraktı. İçlerindeki kötülük tohumunu. Orada öylece durup olan biteni izlemek nasıl bişeydir bilemezsiniz. Yıllardır oturduğunuz evin, mahallenin, şehrin bombalandığını izlemek - hem de içlerinde aileniz varken!


Sonra yaptıkları son derece normalmiş gibi çekip gittiler, arkalarına bakmadan. Geride bıraktıkları harabeden mezarlık, bu son manzarayı hiç unutamadım.


Her şeye rağmen ilk yolculuk başladı. Herkes uyudu ama ben uyuyamadım. Güneş gözünü kırptı, ama tepki alamadı. Öylece saatler geçti, derken gece oldu. O soğuk ve karanlık - gece!


Ve sonra kamyon, her saniye hızını artırarak Türkiye sınırına ilerledi. Şoför telefonla konuşuyodu - uydu anteninden farksızdı o devirde telefon anasını satayım. Bağıra çağıra konuşuyodu küfür ede ede. Belki de ilk küfürü orda duydum - ilk çaresizliğimdi. Neymiş rus birlikleri devriye geziyomuş yakalanırsak sorun olurmuş. Hiç sana yaklaşmakta olan silahın sesini duydun mu?


Kamyonun diferansiyel ne zaman intihar edecek diye düşünüyodum. Farlar kapalıyken toprak yolda o kadar da kolay gidilmiyor - hele ki ibre 100'lere dayanmışken. Herkesin yüzünde korku vardı. Benim umrumda değildi. Daha fazla ne olabilirdi ki lan? Kan içinde pek çok manzara ile karşılaşan biri için bu durum pek de önemli değildir.


Gittik, dakikalarca gittik, ben düşündüm. Bütün bunların lütfen bi rüya olması dahil pek çok şey düşündüm. Ama uyanamıyordum. Ve bir rüyada rüyada olduğunu sorgulayamazsın, ama ben sorguluyordum, bu yüzden son derece ve fazlasıyla gerçekti! Lanet olsun ama gerçekti.


Derken sınır göründü uzaklardan. Şoförün şükürler olsun dediğini duydum. Herkes uzun birer nefes aldı ve nefes aldı ve bi daha nefes aldı. Uzaklardan umut saçan kurtarıcı; Sarp Sınır Kapısı Türkiye-Gürcistan


Ve sonra arkamızda, uzaklardan ışıklar gördük. Devriye olabilirdi, olmayadabilirdi. Korku ile umut arasında sıkışıp kaldı herkes, ben yine tepkisizdim. Şoför de aynı zamanda sonlarda olan gaz pedalını daha da ezdi.


Yakalanmış olsaydık hikaye biterdi değil mi? Keşke bitseydi, orda bitseydi her şey.


Ulaştık sınıra, kamyonun özel izni varmış, birkaç konuşmadan sonra girdik içeri - tabi bu esnada ben dahil arka kasadakiler örtülerin altına gizlenmiştik. Bunun benim açımdan hiçbir anlamı yoktu, ama eğer yakalanırsak hepimiz yakalanırdık. Bu bencillik olur değil mi? Bu yüzden ben de girdim örtünün altına. Sonradan öğrendiğim üzere Gürcistan Türkiye arasında özel izinli çalışan bi firmanın aracıymış kamyon. Yoksa nere geçiyon lan öyle? Tabi her şey planlanmış taa dağıstandayken. Tabi bunu yıllar sonra anlamak koyuyor adama.


Evet olan oldu, çaresizlik kabullendiriyo kendini. Kurtulmuştum orada yaşanılan savaştan, orada yaşadığımız somut ve gerçek savaştan kurtulmuştum. Ama bu, burada daha da büyük savaşlar vereceğim gerçeğini değiştirmedi tabi - Yaşam Savaşı.

---

açıklama:
bu tamamen bir hikayedir, yaşanmış değil, kendi hayal gücüm.
Ama tabi bunları yazan birinin hiçbir şey yaşamadığını düşünmek de saçma olur değil mi?

-