yeraltıedebiyatı

__________________________________________________________

yeraltıedebiyatı
beş para etmez hikayeler | hoşa gitmeyecek anılar | uyduruk şiirler |
her şeye rağmen | hayatta kalma mücadeleleri |
açılmayan yerler | verilmeyen haklar | görülmeyen şeyler |
köşebaşı kavgaları | bi sarımlık cigaralar | yalnızlık |
anlatamayış | arayamayış | bulamayış | ve daha niceleri
-uzaklaş, durma kaç!

__________________________________________________________

28 Ağustos 2013 Çarşamba

pinokyo/k

hayat verilmeyi bekleyen Pinokyo taslağı
tahta tahta tahta ve soğuk civatalar
canlılık adına bulundurulan hiçbir şey
Pinokyo'dan geriye kalan
beklenen bir peri
gelmeyen bir peri
tahta tahta tahta ve soğuk civatalar
Pinokyo'dan
geriye kalan.

elbette

elbette hatırlıyorum ellerini
saçların saçların saçların
sanki koca bir sırrı barındırır
baktıkça gözlerimi arındıran
saçların saçların saçların

elbette hatırlıyorum ellerini.

24 Temmuz 2013 Çarşamba

burası aşikar


aksine beklemek;
aşina olamamaktır hiçbir şeye.
beklenene bile,
beklemeye bile;
aşina olamamaktır,
burası aşikar.

bak,
burada bir adam var.
satır aralarına sıkışmış,
bütün kelimelerin ardında,
bir adam var burada;
satır aralarına sıkışmış.
burası aşikar.
burası aşıkane.
-burası aşıkhane.

bir çığlık atsam kaç müsvedde susar?
kaç mahluk kulağını tıkar,
bir çığlık atsam?
kaç insan duyar,
biraz daha sussam;
kaçınız görür,
kaçınız?
-kaçınız.

aksine beklemek;
aşina olamamaktır hiçbir şeye.
hangisi kırılır, suratımı ekşitsem,
aynalardan?
hangisi yüzümü eskitmez?
-buraya uygun kelime bulamadım.
burası aşikar.

ardına sığınacak fazladan kelimeler...
gizleniyorum,
neyden susuyorum bilmeden.
biraz daha saklanıyorum,
sanki saklandıkça aklanıyorum,
ardına sığınacak fazladan kelimeler...
-kaçınız, lütfen siz de gidiniz.

bu kadar yeter artık,
korkarım ben ifşa olmaktan.
irtifa kaybediyorum, ama ilk defa değil.
çıplak görünmekten korkarım ben,
yüzüme takacak maske bulamadım daha.
bu kadar yeter artık;
irtifa kaybediyorum,

ama ilk defa değil.
burası aşikar.


19 Temmuz 2013 Cuma

birdenbire


şimdi şu sokağın köşesinde karşılaşsak diyorum.
ama biliyorum: öyle bir şey olmayacak.
ikimizden biri bu şehirde değil, biliyorum:

bu kentteki hiçbir sokak sana çıkmayacak.
ben yine mazgallara baka baka geçeceğim.
ölü yapraklar göreceğim, ayaklarım altından
gülümseyeceğim.

biraz da şu bankta susayım, belli mi olur?
kimse duymasın diye biraz daha bağırmalıyım,
yapraklar yere düşmeli ki kuşlar kıskansın.
yağmur, biraz daha yağmur, yokuşlar ıslansın.

ama biliyorum:
ikimizden biri bu şehirde değil.
belli mi olur?
...

16 Temmuz 2013 Salı

çıkmaz sokak lambası


gözlerimin önünde patlayan duvarlara göz kırpıştırıyorum.
çıkmaz bir sokak lambasına dönüşüyorum aniden,
artık kendim kendimi çıkaramaz buradan.
yol şeritleri sıklaşıyor,
ve ben daha da sıkışıyorum.
çıkmazlardayım.
artık kendim kendimi çıkaramaz buradan.
gözlerimin önünde patlayan duvarlara göz kırpıştırıyorum.
...


15 Temmuz 2013 Pazartesi

yine aynı sokağın akşamında

yine aynı sokağın akşamında,
ruhumu serpiştiriyorum yollara,
yine aynı sokağın akşamında,
yalnızım bir başıma.
yanıma bir paket mutluluk alıp,
üflüyorum bulutlara gözlerimi kapatıp.
yine aynı sokağın bir başka akşamı,
her yerde aynılık, aynılık.

6 Temmuz 2013 Cumartesi

şaibeli şairane

ve benim
böyle
şiirlerim de vardır
oysa şair değilim
oysa ben hiçbir şey değilim
ben şuyum diyemiyorum
ben buyum diyemiyorum
şu değilim çünkü
bu değilim çünkü
peki neyim ben
hiç
doğru kelime değil
ama ilk akla geleni

22 Haziran 2013 Cumartesi

vazgeçilmez olana mektup




















-I. kısım-


nasıl bir şey bu? sana soruyorum. vazgeçilmez olmak nasıl bir şey?

''birine vazgeçilmez olduğunu hissettirdiğin an ilk vazgeçeceği kişi sen olursun.'' demiş Freud. pek haksız değil gibi.

ben hiç vazgeçilmez olmadım. vazgeçen ve vazgeçilen oldum, fakat bunun konumuzla alakası yok. sanırım sen oldun, belki pek çok kez. ne hissettiriyor bu sana?

vazgeçilmez olmak: sınırsız örgürlük mü? sınırsız işkence fırsatı mı? ne?

vazgeçilmez oluşun masumiyetini kaybettiriyor sana. benim masum sevgim karşısında sen masumiyetini kaybediyorsun, benim sevgili masum olmayan vazgeçilmezim.

''istediğimi yaparım, istediğimi söylerim, çünkü ben vazgeçilmezim.''
evet aynı bunun gibi işte. iç sesin bunu söylüyor olmalı. vazgeçilmez olmak; süperegonun egon üzerindeki hakimiyetini azaltıyor, belki de yok ediyor. sonra sen bu canice tutkularınla baş başa kalıyorsun. egona teslim oluyorsun.

ve ben bu durumu sonlandırmak istedim.
senin vazgeçilmezliğini kırmak istedim.
tahtını sarsmak.
otoriteni alaşağı etmek.
seni bu sanrıdan kurtarmak istedim.
kaybettiğimiz masumiyete geri dönmek istedim.
bunu sana saldırmadan yapamazdım.
bunu senden kaçmadan yapamazdım.
bunu kaybetmeden yapamazdım.

belki başardım, veya mükemmel bir şekilde çuvalladım, bu mühim değil. kendime olan görevimi yerine getirdim, bu mühim. gerisi pek umrumda değil açıkçası.

benim düş kırıklarımdan yaptığım binlerce oyuncağım var. onlarla gayet mutlu olabilirim, bir şeyleri umursama evresini çoktan geride bıraktım. sevgi varken sevgisizliği başarmak benim en büyük yeteneğimdi ve buna alıştım. bu durum gerçekten çok rahat. sana da söylüyorum, beni rahat bırak.

-seni kaybedişimin yanında kendimi kaybedişimin ne önemi var?-
...



-II. kısım-


neden seversin? neden vazgeçilmez olur?
çok düşündüm.
-kendimce- pek çok şey keşfettim, ve keşfettiğim her şeyden nefret ettim. olan ile olması gereken arasında sıkışıp kaldım. olandan nefret ettim, olması gerekene ulaşamadım. kaybettim, ben yenildim. ama ona değil, kendime. kendi olması gerekenime yenildim. kurtulmak istedim mi? bazen, bazen istedim. kurtulmalıyım dedim ama bu çaresiz bir durumdu, yapacak bir şey yok.
çünkü birini sevmek karşılıksız olmalıydı.
-gerçek sevgi
ve tek olmalıydı.

bu gibi kurallar yüzünden o vazgeçilmez oluyor ve sen de geri adım atamıyorsun. çünkü kurallarına ihanet edemezsin! çünkü bir kere seviyorum dedin! ve inandın! kurduğun bütün her şeyin yıkılmasını göze alamazsın.
not: şimdi böyle düşünüyorum fakat yarın aksini de söyleyebilirim. sanırım kafam karmakarışık.

kural: sevilen tektir, biriciktir.
kural: sadece bir kişi gerçek sevgiyi yansıtabilir.
kural: onu bulduğuna inandıysan, bunun geri dönüşü yoktur.
not: kendi koyduğun kurallardan vazgeçmek, başkalarının koyduğu kurallardan vazgeçmekten çok daha zordur.

sonrasında işler daha da karıştı: kendine koyduğun kuralları gerçekten senin belirlediğinden nasıl emin olabilirsin?

şöyle iki ikilem var:
-senin varoluşundan önce bir özün var mıydı, yoksa özünü varoluşundan sonra sen mi oluşturuyorsun?
-özsel olarak sevgi diye bir şey var mı(sevgi ideası), yoksa onu sen mi oluşturuyorsun?

VE ŞİMDİKİ DÜNYADA SEVGİ DİYE BİR ŞEYİN OLMADIĞINI FARKETTİM.

bu varoluşsal problemlerden kaçmak için sevgiye sığınıyor insanlar.
(not: burada bahsi geçen sevgi gerçek sevgi değil, ona asla ulaşamayacağız.)
sevgi bir liman, korkakların limanı. sahte sevgiler peşinde koşup kendimi kandıracak değilim, değil mi? bizim ona ihtiyacımız yok.

sen, ona sahip olamamanın yarattığı ID evresindeki tutkuya yeniliyorsun.ego bile değil bak, ID!
onu vazgeçilmez kılan bu işte.

şimdi sen, sevgi dediğin şeyin nasıl bir yanılgı olduğunu anlıyor musun? bize öğretilen sevginin -ya da bizim öğrendiğimiz sevginin- gerçek sevgi ile uzaktan yakından alakası yok, ben buna inanıyorum.
sevgi böyle bir şey değil.
sevgi böyle bir şey olmamalı.

ve açıkçası ızdırap verici bir durumdayız. özlem duyduğumuz şeyin ne olduğunu bile bilmiyoruz, ne kötü!
gerçek şu ki; gerçek denen şeye asla ulaşamayacağız.
hakikatin kendisi bile karamsar: ''gerçeğe ulaşamayacağımız gerçeği''
...

kamera arkası: gideyim de bi sigara yakayım.


20 Haziran 2013 Perşembe

montana konuşuyor:



















 "hepiniz koca bir pisliksiniz. neden biliyor musunuz?
çünkü hiçbirinizin ne olmak istediğinize dönük bir içgüdüsü bile yok.
benim gibi insanlara ihtiyacınız var. benim gibi insanlar gerekli...
ben olmadan bir hiçsiniz.
böylece parmağınızı uzatıp 'hey işte kötü adam!' diyeceksiniz.
peki bu sizi ne yapıyor he? iyi adam mı?
siz iyi değilsiniz. ben her zaman doğruyu söylerim. yalan söyleyen sizlersiniz.
pekâlâ kötü adama iyi geceler dileyin. hadi."

-tony montana


15 Haziran 2013 Cumartesi

cebeci istasyonu ve sen











Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü
İncecikten bir yağmur yağıyordu yollara
Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi
Sıcak bir kara sevda
Yüreğimizin başında bağdaş kurup oturmuştu;
Acımsı, buruk.
mühürlenmişti ağzımız bir sessizlik içinde
Sessizliği üstümüzden atamıyorduk
Bir saçak altında kararsız, yorgun
Saatlerce duruyorduk
Kimse görmüyordu bizi

Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü
Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi
Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü
Bir başka türlüydü bu insanlar
Sen bir başka türlüydün
Gözlerin yine öyle bir bilinmez renkteydi
Gözlerin gözlerimde erimekteydi
Bir mermer heykel gibi yanımda duruyordun
Beni bırakma diyordun

Meyhane sarhoşları gibi sırılsıklam
Bir yalnızlık duyuyorduk
Ağlıyordun, ağlıyordun...

Cebeci İstasyonunda bir tren
Nefes nefese soluyordu
Gerilmiş bir keman teli gibiydik

Ankara Kalesi'nde bir eski çalar saat
Bilmem kaça vuruyordu
Bir yağmur yağıyor inceden ince
İçimizdeki binbir düşünce
Harmanlar misali savruluyordu
Islanmış bir ceylan yavrusu gibi
Tiril tiril titriyordun
Gitsek gitsek diyordun.

Yüreğimin atışından deli gönlümce
Sırıl sıklam, paramparça, permeperişan
Türküler söylüyordum
Ağlıyordun, ağlıyordun...

Şimdi, şimdi seni düşünüyorum
Cebeci yollarında rüzgarlar esiyor, serin
Paramparça düşmüş gönül ufkuma
İki yıldız gibi gözlerin
Gel Ey ciğerime saplanan hançer
Gel ey yüreğime oturmuş kurşun
Göçmen kuşlar gibi çok uzaklardan
Gel artık
Ne olursun

Yavuz Bülent Bakiler

 

12 Haziran 2013 Çarşamba

harabe mabed



düş kırığı harabe bir mabed,
düşüyor yere sırılsıklam,
parçalanıyor,
kuş vurmuş küçük çocuk ağlıyor.
düş kırığı harabe bir mabed,
düşüyor yere,
parçalanıyor.

10 Haziran 2013 Pazartesi

not:

























not: şu saçmasapan dünyada umursanmaya değer hiçbir şey yok.

not: bir şeyi keşfetmeye başladıkça o şeyden nefret ediyorsunuz, bunu biliyorum.

not: hiçkimse sizi tam olarak anlamayacak, boşverin!

not: her haltımız sahte. insanlık olarak bitmiş durumdayız. böyle bir ortamda bana iyimser tablolar çizmeyin lütfen.

not: ben kendi kendimin kafesi olmayı başarmış bir aptalım. kendimi kendime hapsettim!
ve siz insanlar asla benim bir şey hissetmemi sağlayamayacaksınız. hatta bana ulaşamayacaksınız bile!

not: kalıp da yaşamaya değer bir dünya değil burası.

not: ve özlem duyduğumuz şeyin ne olduğunu bile bilmiyoruz.

not: bütün değer yargılarımız paraya indirgendi. parası olan ahlaklı(!) demektir! parası olan iyidir(!), güzeldir(!).

oysa para, günahın ta kendisiydi! şu an dünyada dolaşan hiçbir para masum değil.


not: geliştikçe batıyoruz. ne çelişki ama!

not: ve sistem denilen zımbırtının kendisi de bizim insan olmamıza izin vermiyor.
"bir an önce canavarlaşmalısın, hayatta kalmak için canavarlaş!"

not: peki bir şeyleri değiştirebilir miyiz? bilmiyoruz. çünkü bize böyle bir fırsat asla verilmedi, buna dair hiçbir halt öğrenmedik. bu yüzden neleri değiştirebileceğimiz hakkında en ufak bir fikrimiz bile yok.

not: bize "ya sisteme adapte olursun ya da dişlilerin arasında parçalarına ayrılırsın. seçimini yap!" dendi sadece.

BÜTÜN İNSANLIĞI BİR AN ÖNCE DELİRMEYE DAVET EDİYORUM!

not: küçük özgürlük alanları yaratıp, bizleri onların içine hapsettiler.
"bu küçük alan içinde istediğin şeyi 'seçebilirsin.' izin veriyoruz. ama tabiiki seçenekleri biz belirleyeceğiz. burada yaşa, çalış, ve öl. özgürsün. sakın dışarıya çıkma!"

not: suni özgürlük alanları içerisinde bütün dinamizmimizi harcayıp, bizleri gerçek hayatımızın edilgen kahramanları yaptılar.

not: "hiçbir şeyi değiştiremezsin ve değiştirmeyi dahi teklif edemezsin. çünkü sen devletin özgür olduğuna inandırdığı bir kölesin."

not: hepimiz köleyiz.

not: oysa O, bana; dünyayı olduğu gibi, sınırları çizilmiş ve en ufak noktasına kadar idare altına alınmış şekilde kabul etmek zorunda olmadığımı, istediğim şekilde değiştirebileceğimi söylemişti.
işte bu kadar deliydi.
ve ben ona inanmıştım.
ve şimdi ben de bir deliyim.

not: tek kurtuluşumuz bir an önce delirmektir.


son: bugün de aradık kendimizi ve yine bugün de bulamadık.
SEN KİMSİN?


30 Mayıs 2013 Perşembe

ışık -sız


sessizce sönen bir mumu hatırla!
ışık sızlıyor, duyuyorum.
ışıksız diyor, duyuyorum.
hiçbir zaman aksini iddia etmedim.
aksimi göremiyorum, ışık sızmıyor.
...


29 Mayıs 2013 Çarşamba

şömine ve parşömen



parşömen kılığına sığınmıştı bir ruh.
kalem pek bir kırgın duruyordu.
şöminenin bayağı şöhreti karşısında,
taş ocağını kimse yakmaya yeltenmezdi.
şimdiki hayatımız tam da böyleydi işte.
şömine değiliz.
parşömen değiliz.

bizler kalemiz, karanlığa kırılmış.
taş ocağız, yıllardır yakılmamış.
bekliyoruz.
gelmeyecek birilerini bekliyoruz.
her şeyi onun gelmeyişine erteliyoruz.

söylüyorum sana;
o gemi gelmeyecek,
o ocak hiç ateş görmeyecek.

aynı sokağın akşamında



sonra kendimi kusuyorum sayfalara;

bu yoldan kaç kez geçtim, bu sokaktan, bilmiyorum.
kaç kez yıkıldım bir şarkıya, kaç kez parçalanmışlığıma küfrettim,
bilmiyorum.

sadece ''kimseler'' biliyor.


24 Mayıs 2013 Cuma

(dekadan)


başıboş ve patavatsız bir dil kendini ısırırsa şayet;
hatırlar, nasıl bu hale geldiğini.
hatırlar, tüm unuttuklarını.
yakalanır, tüm kaçtıklarından.
yüzleşir, bütün ardında kalmışlarla.
korkar, gözünü kapattığı karanlıktan.
...
başıboş ve patavatsız bir dil kendini ısırırsa şayet;
zamansız ölür,
suskunluğa gömülür.


-bay k. ve onun alegorik hayatı-



bay k; bir kuş yemi,
kendi boşluğunun gölgesinde.
bay k; anlamsız bir bekleyiş,
gelmeyecek olana saklanılan.

bay k; adını unuttum.
seni unuttuğumu bile unuttum.
bay k; umutsuz bile değilim artık.
ne canlı, ne ölü, bir garip tramvay.

bay k; duyuyor musun, dolu yağıyor.
ve sen, avazın sökülene kadar bağırsan da,
bilirsin, ses boşlukta yayılmaz.
bay k; şimdilik, hoşçakal.

16 Mayıs 2013 Perşembe

sanki



sanki yokmuş gibi
hep var olan
hep var olacak olan
ve aslında hiç olmayan
olmazsa olmayan
olmazsa olmaz
sanki varmış gibi

15 Mayıs 2013 Çarşamba

içtensiz istenç

















kurbağa seslerinde,
türlü şaklabanlıklar..
kuş nefeslerinde,
ölü bal kabakları..

yalnızlıktan bulut kusuyorum göğe,
yıldızları şımartıyorum.
saklambaç oynuyoruz,
bir yıldız kayıyor yere,
söbeliyorum.

sonra bir şiire intihar ediyorum kendimi,
kendimi kendimde yitirdiğim günden beri,
boşluğun sınırı yok,
ufka bakıp yakılan bir sigara kadar,
istençsizce istiyorum,
seni.

14 Mayıs 2013 Salı

7-65



bana bi 7-65 bulun, %42 hayattayım,
sıkıyor beni yaşamak-ki bunalımdayım,
bi 7-65 bulun bana, çabuk!
%65 intihar edeceğim, kanıyorum, kabuk tutacağım!
ölmeden bi 7-65 bulun, çabuk,
kafama sıkacağım!

11 Mayıs 2013 Cumartesi

ölü şiir-



ben bu şehrin ölü doğan şairiyim.
mısralarımda kokan yalnızlıktır,
çok eskiye dayanır deliliğim, şaibeliyim,
ısrarlarım da yalan, mânâsızdır.



21 Nisan 2013 Pazar

benim nihil'im.



nihilizm.
hiççilik.
hiççilik; doğru kelime değil ama akla ilk geleni.

"beyaz bir sayfa çıkar ve kirlenmeye hazırdır. kağıdın ölümü neyin başlangıcı olabilir? kağıt ve kalem dost mudur yoksa sevgili mi? yoksa düşman mı? yoksa hepsi mi?"

bana kalırsa:
-nihilizm gülmektir, bütün gereksiz ciddiyet saçmalıklarına.
-alay etmektir, o yüzünü bir türlü göstermeyen hakikatle!
-umursamazlıktır, en engin denizlerden daha derin.
-tüm dünyaya sırt dönmek ve her şeyi boşvermektir!
"bu dünyada gerçekten umursanmaya değer bir şey var mı?"
-bütün bu milyon yılların birikiminin üzerinde tepinmek, bulduklarınız hiçbir boka yaramıyor demektir!
-bütün hakikat avcılarının yüzlerine bakıp kahkaha atarak; "hakikat yok aptal!" demektir.
benim nihil'im böyle.
ben böyleyim.
-ve bağırmak; "yıllar boyu uğraşıp durduğunuz bütün değerler, bilgiler, her şey, ancak bir hiç kadar değerli!"
benim nihil'im böyle.
ben böyleyim.
belki de değilim, bilmiyorum. bana ne?

sana korkunç bir soru sorayım mı? vereceğin cevabın bir önemi yok, elbette soracağım. hâlâ burada duracağına bence kaç git burdan! hâlâ tek parçayken hemen kaç ve kurtul! ardına bile bakma! çünkü sen bir korkaksın.

beynine dayanmış bir revolver kadar öldürücü olan sorumu soruyorum; aynaya baktığında korkacaksın.

"SEN KİMSİN?"

evet.
bu kadar.
bu kadar işte.
çok basit duruyor değil mi?
tetiğe dokunana kadar revolver de öyle masum duruyor kafanda. parıltısı gülümsüyor.
peki ya tetiğe basarsan?
artık dağılmış bir beyne sahip olmuş olursun. hatta ortada sen diye bir şey kalmaz, o zaman beynin aidiyeti hakkında bir şey söylemek yanlış olur.
eğer bu soruya bir isim ve soyisim ile cevap veriyorsan sana gülerim, aptal! sen basitçe bir isim ve soyisimden ibaretsin öyle mi? git burdan! "meraba ben yürüyen bulut'um. bu kadar. bana öyle dendi; oymuşum.."
bana sorarsan, ben bu sorudan kaçmaya uğraşıyorum. çabam; iyi dizayn edilmiş bir çember içinde koşup duran bir hamster ile yarışır ancak.
ben binlerce hiçkimseyim!
tutarlı olduğumu, saçma bir yanımın olmadığını hiçbir zaman iddia etmedim. hatta baştan aşağı saçmasapan olduğuma dair rivayetler çoğunluktadır. kendimi normal diye nitelendirip ardından kendimi tebrik etmiyorum. normalin kendisinden de pek hoşlanmam zaten. neye göre normal? hangi otorite karar veriyor buna?
ama şu var; sana neden dünyadaki en zeki insan olduğumu söyleyeyim.

neden dünyadaki en zeki insanım?
çünkü ben kendi aptallığımı tanıyorum ve seve seve kabul ediyorum. kendi aptallığını farketmen/kabullenmen seni yeterince akıllı yapar.

kalem beni buraya sürüklemişken şunları da söyleyeyim.

neden dünyadaki en iyi insanım?
çünkü ben kendi kötülüğümü tanıyorum. siz bilmezden gelmeye ve kaçmaya devam edin!

neden dünyadaki en samimi insanım?
çünkü ben kendi sahteliğimi biliyorum ve bu nefretimi körüklüyor.

neden dünyadaki en mükemmel insanım?
çünkü benim mükemmel olma gibi bir iddiam/uğraşım/kaygım yok! hiçkimse mükemmel değildir ve olamaz da.

hâlâ hata yapmaktan korkuyor musun?

artık insanların beni övmesi ya da bana hakaret etmesi arasında bir ayrım göremiyorum. hatta, bana hakaret edilmesini yeğlerim. lütfen bana aptal de!

iddiya girelim; beni yanlış anlayacaksın. çünkü ben yanlış anlatıyorum. çok gülünç bir yanım bu. gülmekten ironi kusacağım, tanrı'm!

bundan sonraki paragrafın kime/nereye ait olduğunu anımsamıyorum. bence bunun bir önemi de yok, sence var mı?

hadi gidip sigara içeyim. sen hâlâ buradaysan eğer -neden kaçıp gitmedin ki?- okuman bitince hemen sen de başla. ilerde geç başladığın için pişmanlık duymanı istemem.
"kendime zarar vermek neden hoşuma gidiyor acaba?"
ve son:
sigara milenyumun icadıdır.
heheh.

"nihilizm hiççilik değildir, tüm değerleri sorgulayan bir akıl jimnastiğidir. dünyaya gelerek, gereksiz bir ihtiyaç zincirinin esiri olduk, anlamsız bir düzenin parçası olduk. yapabileceğimiz en uçuk şeyin bile, hiçbir faydası yok. mutluluk, refah, konfor; koskoca evrenin sıradan bir lokasyonunda sıradan özellikli canlıların geçici bir süre mutlu olmasını sağlıyor, o kadar. hiçkimse iyi veya kötü değil, sadece küçük bir fırtınada birbirinin üstünde tepinen, ruhları çiğ yaratıklarız.
insanın tek faydası olabilir evrene, bu saçma ihtiyaç zincirinden kendini kopararak. yani varlığına son vererek. onu yapacak cesaretim ve meylim olsa, bu dizeleri bile yazmaya gerek görmezdim. kısacası, anlamsız bir didişme, gereksiz bir mücadele, yapabileceğimiz en iyi şey, sofistike bir şekilde bu hayattan keyif almak, küçük çapta fırtınalar estirerek, bazen kahramanı ve iyiyi oynayarak kendimizi ölüme kadar oyalamamızdır."

hâlâ burada mısın!?

12 Nisan 2013 Cuma

her gün

her gün benim olan bir şeyden biraz daha elimi çekiyorum.

her gün, biraz daha kayboluyorum.

eğer en başından beri takip ediyorsan bu eğilimi az çok farkediyorsundur.

her gün biraz daha kaybediyorum sevinçlerimi. sizin yaşamaya duyduğunuz o kutsal sevinci ben her gün kaybediyorum.

her gün bir duygumu daha öldürüyorum, (belki) zevkle.

artık tamamıyla dumandan oluşan bir insan oldum. karanlığın dumanı. umursamazlığın ve boşvermişliğin muhteşem sembolü, en içten yansıması.
her gün biraz daha susuyorum, her gün biraz daha huysuz biri mi oluyorum acaba? her gün biraz daha katlanılmaz biri mi oluyorum ben? her gün biraz daha mı gizliyorum kendimi, kendimi kendimden biraz daha mı saklıyorum!?
neden bu saçmasapan kaçış? kimden kaçıyorum? neden?
bilmiyorum. bu öylesine bir düşüş ki, yerçekimi olsun ya da olmasın farketmiyor. düşüyorsun. bir bilinmezlik çemberi içinde, bu kısır çember içinde dönüyorsun da dönüyorsun.
kendi zihni içinde kaybolmuş, kendi karanlığı içinde kendi kanepesine oturmuş sigara içen birini düşün. çünkü eğer koca bir karanlığın içindeyseniz, tek yapabildiğiniz boş boş oturmaktır!
her gün biraz daha tiksiniyorum dışarısından. dışarıdakilerden.
neden hiçkimse bir şey yapmıyor, bu aptal oyuna itinayla hizmet ediyorlar, neden?
ve işin daha da aptal yanı, bir şey yapmaya çalışanlara da tüm güçleriyle gülüyorlar. mankafalı olmak böyle bir şey işte.
her gün biraz daha derine dalıyorum, anlaşılmazlık kıyılarından anlamsızlık denizine doğru, oturduğum yerde hiçbir şey yapmadan saatlerce düşünüyorum.
her şeyi elimin tersiyle bir kenara fırlatmış biriyim ben. gerisi umrunda mı?

8 Şubat 2013 Cuma

doz aşımı



Felsefenin fazlası zarardır. Felsefe bir kerteye kadar iyidir, hoştur, yararlı olduğu kerteyi aşacak kadar derinlere gidersek çileden çıkar, kötüleşiriz; herkesin inandığı, uyduğu şeyleri küçümseriz; herkesle doğru dürüst konuşmaya, herkes gibi dünyadan zevk almaya düşman oluruz.


yaşam mı düş mü



Yaşamı bir düşe benzetenlerin sandıklarından çok daha fazla hakları var galiba. Düşte ruhumuzun sürdüğü yaşam, gördüğü iş, kullandığı güç uyanık durumumuzdakinden hiç de aşağı kalmıyor. Kuşkusuz düşteki yaşam daha gevşek, daha bulanık, ama aradaki fark hiç de gecenin karanlığı ile gün ışığı arasındaki fark gibi değil;
hayır, daha çok karanlıkla gölge arasındaki fark gibi...


yanlışlık, yanılsama ve körinanç



Bir kişinin yanılması bütün halkın yanılmasına yol açar, bütün halkın yanılması da sonradan teklerin yanılmasına. Böylece yanlışlık elden ele geliştikçe gelişir, biçimden biçime girer; o kadar ki işin en uzağındaki tanık, en yakınındakinden daha çok şeyler bilir; olayı son öğrenen ilk öğrenenden daha inançlı olur.

O halde size şunu soruyorum: ''Ya yanılıyorsak?''


alışkanlıklar üzerine


Olabilecek bir şeyleri bana hiç şaşmazmış gibi yutturmaya kalktıkları zaman o şeylere karşı nefret uyandırıyorlar bende.

Nice alıştığımız şeyleri bize yeniden gösterseler, en olmayacak şeylerden daha garip gelecektir bize onlar. Fakat gözlerin alışkanlığı ile kafalar da her şeye alışır, her an görmekte olduğumuz şeylere şaşmayız, nedenlerini aramayız onların.

Alışkanlıkların uyuşturuculardan aşağı kalır yanı yoktur.

eğitim üzerine



Çocuklarımıza kendi dünyalarında, önce sekizinci kat göklerdeki yıldızların ve devinimlerinin bilimini öğretmek büyük bir saflıktır. Bizi para tutkusu, mevkii tutkusu, saygısızlık, geri kafalılık kendi içimizde yıkarken gidip de dünyanın dönüşüyle mi uğraşacağım?

Çocuğa, daha akıllı ve daha iyi olmasına yarayacak şeyleri öğrettikten sonra mantığın, fiziğin, geometrinin ne olduğunu anlatırız. Böylece kafası işlemeye başladıktan sonra seçeceği bilimin kolayca hakkından gelebilir.

Çünkü; evet, belki başkalarının hazır bilgileriyle bilge olabiliriz. Ancak sadece kendi aklımızla akıllı olabiliriz.

''Eğitim aklı geliştirmektir, belleği doldurmak değil!''


ödev üzerine


Ödev mi? Ödevleriniz, koşulsuz özgürlük arayışınız ve kendinize olan sevginizin yerine geçebilecek kadar önemli mi? Siz kendi kendinize erişemediyseniz, görev dediğiniz şey; sırf kendinizi büyütmek için kullandığınız kılıftan başka bir şey değildir!

Görev ve sadakat sahte görüntülerdir, arkasına saklanılan perdelerdir. Kendini özgür kılmak kutsal bir hayır demektir, ödeve bile.

Siz kendiniz olmak istiyorsunuz. Kaç kere özgürlüğü hiç tanımadığınızdan yakındınız. Sizin iyiliğiniz, ödeviniz, sadakatiniz; bunlar sizi hapseden duvarlar. Bu küçük erdemler sizi yok edecekler. Kendi kötülüğünüzü tanımak zorundasınız. Kısmen özgür olunamaz: iç güdüleriniz, özgürlük özleminiz: odada kapalı tutulan vahşi köpekleriniz; hepsi de özgürleşmek için feryat ediyorlar.

İyi dinleyin, hâlâ duyamıyor musunuz onları?

-kendisine yukardan bir yerden bakmasını istedim.


hedefler



Hayat, doğru cevapları olmayan bir sınav.

Hedefler mi? Hedefler kültürün içindedir, havanın içindedir. Siz onları solursunuz. Beraber büyüdüğüm bütün delikanlılar aynı hedefleri soludular. Hepimiz daha ileri tırmanmayı; başarı, zenginlik ve saygınlık elde etmeyi istedik. Bunları herkes isterdi.

Hiçbirimiz oturup kendimize hedef belirlemeye çalışmadık; onlar zaten önümüzdeydi; zamanımızın, arkadaşlarımızın, ailelerimizin doğal sonuçlarıydı.


hiç



Hiçbir şey her şey demektir! Güçlenmek istiyorsan, önce köklerini hiçliğin derinlerine gömmeli ve en yalnız yalnızlığınla yüz yüze gelmeyi öğrenmelisin.

Bu an sonsuza dek varlığını sürdürür ve tek seyirciniz siz, yalnızca sizsiniz.

Asıl çelişki, sizin çelişkiniz, kendinizi hakikati aramaya vakfetmeniz, ama keşfettiğiniz şeyin görüntüsüne dayanamayışınız.

''İnsanın pussuz, yıkanmış, arınmış bir bakışı olmalı ki hiçlikte gizlenmiş o gizli ışıltıyı görebilsin.''


yüceliğe erişmek



Gururlu bir yüceliğe erişmek isteyen ağaç fırtınalı hava ister. Yaratıcılık ve keşif de acıda saklıdır. Dans eden bir yıldız doğurmak isteyen, önce kendi içinde büyük taşkınlıklar ve kaos yaşamak zorundadır.

''Ancak güçlüler ve yüceliğiyle alay edebilenler mutsuzlukla dans edebilir!''

-bu düşüncelerin ardında daha derin ve daha karanlık kaygılar yatıyor-

''Zira aslında kimse kimseye yardım edemez; insan kendine yardım etme gücünü kendi içinde bulmalıdır.''

Kendimiz sandığımızdan çok daha zenginiz; ama bizi ordan burdan alarak, dilenerek yaşamaya alıştırmışlar. Kendimizden çok başkalarından yararlanmaya zorlamışlar bizi. Ve zamanla kendimizi unutmuşuz, yaşıyoruz ama bilmiyoruz yaşadığımızı.

Zenginliği yalnız gösterişlerde, süslerde püslerde görüyoruz. Bizim dünyamız gösteriş üzerine kurulmuş; insanlar üfürükle şişiyorlar yalnız, balonlar gibi hoplatılarak durabiliyorlar yukarda.

Oysaki insan kendindeki eksik ve cılız değerleri, üstelik insan hayatının hiçliğini hesaba katarak düşünecek olursa, hiçbir değeriyle övünmeye kalkışmaz.

''Başka bir yaratıkta görülmeyen özel bir hastalıktır kendinden nefret etmek, yüz çevirmek..''


uçmak üzerine



Uçmak istiyorsunuz, ama uçmaya uçmakla başlayamazsınız. Size önce yürümesini öğretmek zorundayım ve yürümeyi öğrenmenin ilk adımı, kendi kurallarına uymayan insanın başkaları tarafından yönetilmek zorunda kalacağını anlamaktır. Başkalarının kurallarına uymak, insanın kendisini yönetmesinden çok, hem de çok kolaydır.

''Ve; birisi kanatlarınızı kırdıysa eğer, yaralı kuş rolüne soyunacağınıza; yürümeyi deneyin!''


köprü



Hepimiz bazen birileriyle o kadar yakınlaşırız ki dostluğumuzu ya da kardeşliğimizi hiçbir şey engellemiyormuş gibi görünür; bizi ayıran küçücük bir köprü vardır, hepsi o kadar. Ama tam sen bu köprüye adım atacakken sana şu soruyu sorsam: ''Bu köprüyü geçip bana gelir misin?''

İşte o anda artık bunu istemeyiverirsin; sorumu tekrarlasam öylece suskun kalırsın. O andan itibaren aramıza dağlar ve azgın nehirler girer; bizi ayıran ve birbirimize yabancılaştıran duvarlar bitiverir önümüzde ve bir araya gelmek istesek de artık yapamayız. Ama o küçücük köprüyü düşündüğünde, sözcüklere sığmayacak kadar büyüyüverir gözünde; yutkunur ve şaşar kalırsın.


dostluk üzerine



Bizi düzeltmek isteyene kollarımızı açacak yerde yumruklarımızı sıkıyoruz.

Ama ben dostlarımın bana sert davranmasını istiyorum. Sen bir budalasın, saçmalıyorsun, desinler bana. Ben, dostlar arasında açık, yiğitçe konuşulmasını isterim; dostların düşünceleri neyse sözleri de o olmalı.

Dostluk kavgacı olmadı mı, sağlam ve cömert de değildir.
Nazlı, yapmacık bir hava, birini kırma korkusu dostluğa rahat nefes aldırmaz.


3 Şubat 2013 Pazar

bazen;



''Gizli bir yaşamın, ikili yaşamın karmaşıklığı beni mahvediyor. Yine de artan bir hızla bunu yaşıyorum.''

Zihnime sahip olamıyorum; tuhaf ve sefil düşünceler saldırıp zihnimi işgal ediyor. Sonuç olarak kendimi küçük görüyor, dürüstlüğümden kuşku duyuyorum. Aslına bakılırsa, onların beni hapsetmelerine hınçlanıyorum. Cesaretim de yok (belki var). Yaşamımı değiştirmeye ya da bu şekilde sürdürmeye yetecek cesarete de sahip değilim (belki). Yaşama nedenimi artık bilemiyorum, bir amacım kalmadı.

Bir şey yapmalıydım ve saplantıma doğrudan saldırmayı denedim.

Saplantıma doğrudan saldırmak! Bu beni mahvediyor. Bütün yaşamımı tüketiyor. Şimdiki anı yaşamıyorum. Ya geçmişte ya da asla olmayacak bir gelecekte yaşıyorum. O'nunla ilgili saplantımın yüzeysel şeylere takılıp kalmama sebep olduğu ve daha derin, daha karanlık düşüncelere yer bırakmadığı kesinlikle doğru.

''Kendini kandırıyor: Seçim yapıyor, ama yaptığı seçimdeki adam olmayı reddediyor..''

Bu adam belki çok derinlere bakıp kendi varlığının korkunçluğunu gördü. Evet, belki çok şey gördü! Belki zamanın her şeyi ezip öğüten o koca dişlerini gördü. Ya da kendi önemsizliğini -yalnızca bir zerreden ibaret olduğunu- ya da yaşamın geçiciliğini ve raslantısallığını gördü. Duyduğu ham bir korkuydu ve dayanılmazdı. ...

Çok geçmeden bütün varlığı bu değersiz ıvır zıvırla doldu. Zihninin, soylu fikirler için yapılanmış geniş bulvarları bu çöplüklerle tıkanmaya başladı. Bir zamanlar büyük fikirler düşünmüş biri olması ile ilgili anıları giderek bulanıklaşıyor ve solup gidiyordu.

''Bir yerlerde bir yanlış olduğuna dair içini kemiren bir endişeyle kalakalmıştı ve sanki aradığı cevap oradaymış gibi çöpleri eşeleyip duruyor..''

-bu düşüncelerin ardında daha derin ve daha karanlık kaygılar yatıyor-




1 Şubat 2013 Cuma

hilekâr


Bir kadına aşık olduğunda, senin yalnızca iyi yönlerini görmesini istersin. Doğal olarak kendinle ilgili bazı şeyleri saklarsın, yani seni kötü gösterebilecek şeyleri.

Oysa ben size bunun tam tersini yapın derim; ya da hiçbir şey yapmayın!


''Acıyı nasıl yeniden içten yapmalı?''




27 Ocak 2013 Pazar

ışığımı çalan ilham perisi

ilham perilerim uçup gitti
lerim çok oldu
ilham perim olsun o
ucup gitti karanlığa.
hiç giderken vedalaşmadı
ben gidiyorum bile demedi
demesini isterdim.
çünkü seni bırakıp gidince karanlığın içinde
öyle armut gibi kalıyosun ki orda.
kıprayamıyorsun
karanlıkta gezdin mi hiç
ya da durdun mu
ya da karanlıkta bahçeye felan gittin mi
o çimenlikler,
o güzelim ağaçlar
nasılda birer canavara dönüşüyor haberin var mı
ışıksızlık çok kötü
ışığını çalmaları da çok kötü.
ve ben bu yüzden bekliyorum
o armut gibi kaldığım yerde bekliyorum
hayli zamandır yapıyorum bunu.
elimde fener var.
karanlıktan korunmak için.
fakat yanmıyor
ışığını ilham perim söndürdü ve kikirdeyerek kaçtı
evet
böyle sesi yankılana yankılana
kaçtı.
gitti.
puff.
yok oldu.
şimdi orada bekliyorsam eğer,
karanlıkta hareket edemediğim için mi bekliyorumdur
yoksa o perinin geri gelmesini mi bekliyorumdur
ya da ben ne halt ediyorum orda
orda kendime bir medeniyet kurdum
bir sandalyem var
tahta kuruları kurutmuş her yanını
onun üstünde oturuyorum
önümde adeta mantarlardan yapılmış bir masam var
üzerinde küflenmiş şarap şişesi ve tozlu kadehler var
sonra yıllardır aynı sayfasını okuduğum kitabım var
ah evet, hep orayı okuyorum
kaç yıl oldu bilmeden, ısrarlar orayı okuyorum
üzerince örümceklerin pıtıpıtı gezdiği kitabım.
sonra kalemim ve defterim var.

bunlar boş
aslında yazmak için varlar
ama yazmaya başlayamayacak kadar korkuyorlar
kalem yazmaktan korkuyor
defter bu kadar yükü taşıyamamaktan korkuyor
herkes korkak
o kadar korkak ki
içinde bulunduğumuz duruma da bu yüzden geldik,
geldim.
bu korku neyin korkusudur
sudan korkmuyoruz
karabiberden korkmuyoruz
bu korku,
reddedilme korkusu mudur
yoksa bana gülerler korkusu mudur
bilmiyorum.
ahmağın tekiyim ben,
hiçbirşey bilmiyorum
ama bu korku yüzünden orada beklediğimi biliyorum
yıllardır orada beklediğimi biliyorum
beni o ıssız çöle hapseden ben değilsem, neden ben oradayım
bu haksızlık değil midir
böyle bir şeyi kim ister ki
bırakın da diğerleri gibi olayım, bırak diğerleri gibi olayım
ben bunu istemiyorum
bende onlar gibi uyumak istiyorum
güzel rüyalar görmek istiyorum
ben uyanmak istemiyorum
çünkü uyku güzeldir
uyanmak gözleri yorar
uyurken mutlusundur
gülersin
uyurken güvendesindir
ama uyandığında öyle değilsin
neden kulağımdan çekip uyandırdın ki beni
bunu yaparken ki niyetin iyi miydi
kötü müydü
bunun benim açımdan iyi olacağını mı düşündün
ah sen beni hiç düşündün mü
sanmıyorum
hatta bundan eminim.
umrunda olmadığımı biliyorum
ve hayatta tek bu umrumda.
başka hiçbir şey umrumda değil
ama sen neden umrumdasın ki
bir şeyler yanlış burada
belki de, karanlıktan kurtulmamın tek nedeni sen olduğun içindir
aksi halde orada kalırım
ölene kadar
dururum orda.
zaten artık oraya yerleştim.
kitaplarım da var
üzerince pıtı pıtı yürüyen örümceklerim.
ah, hepsiyle dost oldum sen yokken
artık alıştım buralara
gelip de düzenimi bozma ne olur
korkuyorum
önceden
gelmemenden korkardım
şimdi ise gelmenden.
garip.

çünkü geldğinde,
yeni bir yolculuğa çıkmak için
ihtiyacım olan güç
yok artık
harcadım onu
bozdurup bozdurup sattım
hediye ettim
satmadım
hayır, satmadım.
hediye ettim, dağıttım herkese
benim bir işime yaramıyor bunlar dedim
ben artık istemiyorum onları dedim
bunları yaparken senin geleceğini bilmiyor muydum?
gelmeyeceğinden emindim belki de.
evet
gelmeyeceksin.
ama ben bekliyorum.
bu yüzden aptal olabilir miyim.
belki de.
hayır hayır, evet ben aptalım.
gelmeyeceğini bildiğim halde ki hiç gelmeyeceksin.
ben bekliyorum seni.
peki sorarım sana,
eğer beklemesem, ne yapacağım ki.
beklemekten başka ne yapacağım.
sevgimi yüceltmek için.
kanıtlamak için.
fedakarlıklar olmasa neyin değeri olur ki.
olmaz.
hiçbir şeyin değeri olmaz
bu yüzden bekliyorum işte.
aynı yerdeyim.
ayağıma o çalı dokunuyor hala
yerdeki çalı ve otlar
karanlıktan göremiyor muyum sanıyorsun
görmek için ışığa gerek var mı
gerçekten görmek için.
yok.
onlar benim dostlarım.
sen yokken hep onlarla takıldım
onları da uyandırdım.
sen beni, ben onları
ve şimdi, seni çok iyi anlıyorum
beni uyandırdığın için sana sinirli olabilirim
ama ben de onları uyandırdım.
ve şimdi anlıyorum seni
neden uyandırdığını anlıyorum
gerçekler acıdır.
öyle miymiş
lanet olsun ben bunu da bilmiyorum.
tek bildiğim şey senin ışığımı alıp gitmen
ve sen.
başka bir şey bilmiyorum
bu yüzden çok sinirliyim
çünkü başka şeyler de düşünmek isterdim
mesela

neden ahtapotların kemikleri yok
bunu düşünmek ister miydim
bunu da bilmiyorum
artık, başka bir şey düşünmek istiyorum
içinde sen olmayan birşeyler düşünmek istiyorum
çünkü bu devam ettikçe, ben kafayı yiyorum
evet, yiyorum kafayı.
ama bir dakika
kafayı yemek için önce sağlam bir kafaya ihtiyaç var.
bu yüzden, ben kafayı yiyemem
çünkü zaten yedim
yediğim şeyi bir daha yemekten nefret ederim
bu yüzden her gün elmalı turta yemem
sıfır üç beş altı
neden ölçüyorum ki her şeyi
ve ben neden terlediğimi de bilmiyorum
saate bakıyorum, hiç bir anlamı yok
ne yani
evet bu kadar saçmalıklarla dolu biri miyim
onu da bilmiyorum
bu anlattıklarımda gerçeklik payı var mı
onu da bilmiyorum
kendi yaşamışlıklarım var mı,
onu hiç bilmiyorum
ben böyle biri değildim
yakın bir tarihe kadar
şimdi neden böyle oldu onu da bilmiyorum
sanırım o peri yüzünden
ışığımı alıp kaçan peri
kaçarken kikirdemişti
çok güzel bir kikirdeyişti
hayrandım
ve hayranım.
ben böyle biri değildim
hep o peri yüzünden
bu yazdıklarımda hiçbir gerçeklik payı yok desem yalan söylerim
yalan söylemek ne bilmiyorum
ve az önce şunu sordum kendime
profil fotoğrafını değiştirirken
bir makaleyi okuyabilir misin?
düşündüm biraz.
okurdum evet.
ama bu çok sahte bir okuma olurdu sanki
ya da atlayarak okurdum
belki de hiç okumazdım
neden okuyayım ki
makaleler sıkıcı olur ne de olsa
önyargı da böyle birşey
bir kere damgayı yeyince kurtuluşun yok
gözlerim kan çanağı gibi mi oldu şu an
olsun banane.
ben uyumak istemiyorum
ben yazı yazmak mı istiyorum
ben konuşmak istiyorum
kendi kendime konuşmak
çünkü
beni en iyi kendim dinlerim
ve kendim anlarım.

bir şeyi anlattığında insanlar ne kadar ağır olursa olsun
hafife alırlar
ama eğer anlatmazsan,
en kötü ihtimali düşünürler
bu böyledir
ve birisi birine neden üzülür
onu da söyleyeyim
mesela biri trenin altında kalmış olsun
feci bir ölüm şekli öyle mi?
peki neye göre feci.
sen kendini o adamın yerine koydun
ve kolunun bacağının parçalara ayrıldığını hayal ettin
ve sonra kendine dedin ki aman allahım bu nedir
çok kötü çok.
ve kendine acıdın
o herife değil
onun yerine kendini koydun,
ve mantığın çok acıması lazım dediği için üzüldün ona
bunu da niye anlattım galiba hayatım boyunca anlamayacağım
hep o peri yüzünden
ağzım dilim kurudu
iyi de yazıyorum sadece
konuşmuyorum ki
içten konuşunca acaba yine de kuruyor mu insanın ağzı
su içmeliyim
evet su.
artık neden su içtiğimin bir önemi de yok
yani su içerken yaşamdan zevk almıyorum
su tatlı falan da gelmiyor
acı da değil
sadece su.
içmem gerektiği için içiyorum
nefes almam gerektiği için nefes alıyorum
bütün bunlar o peri yüzünden belki.
neden yaptı ki bunu bana
kim neden başka birini karanlıkta bırakır ki.
o peri, eziyet etmekten zevk alamayacak kadar kadındı
neden yaptı o halde bunu
lanet olsun onu hiç bilmiyorum
bütün bunları yazdım belki
yazıyorum şu an
havaya girdim tam olmasa da az çok
bunları içinden geldiği için yazıyorum
bak şu an hiç zorlamıyorum kendimi
çünkü aslında her an böyleyim
böyle mal biriyim
içimde bir salak var
hiç susmuyor
hiç.
yok periymiş yok ışıkmış
yahu banane diyorum
benim bütün bunlar umrumda değil diyorum
ama hiç susmuyor
şimdi, bütün bunların sebebi o peri mi
peki diyeceksin ki
nasıl izin verdin buna
aslında demezsin böyle bir şey
ama ben öyle istedim şimdi
o yüzden dersin belki.
o peri çok mu güçlü
hayır
aslında tam olarak onu da bilmiyorum
ama,
hayır
hiç değil
tam tersi
tamamen güçsüz
tamamen
işte bu beni yiyip bitiriyor
aciz kılan şey bu mu onuda bilmiyorum
beni onun karşısında aciz kılan şey nedir
çok güçsüz
ve bu yüzden güçlü

oysa ben
ahmağın tekiyim karşısında
öyle böyle değil
karşısında mavi yeşil alg bile değilim
değilim
bunun nedenini de bilmiyorum
ben hiçhir şey bilmiyorum
bilmek umrumda mı onu da bilmiyorum
buradan nası çıkacağım onu da bilmiyorum
buraya hapsoldum
çıkış yolum var mı başka
sesimi duyan var mı onu da bilmiyorum
ayağıma dokunan çalı ve otlar ne kadar anlamıştır ki beni
ahh, anlasalar dururlar mı öyle
bi anlasalar, anlamıyorlar
anlasalar yerlerinden kalkacaklar işte
ama yok
onlarda aptal
belki de başka bir peri de onları hapsetti oraya
ışıklarını çaldı.
ben ışığımı geri istiyor muyum onu da bilmiyorum
aslında ışığım ondayken mutluyum
bunun nedenini de bilmiyorum
çünkü artık bana ihtiyacı yok
bu yüzden nasıl mutlu olabilirim
bu saçmalık değil de nedir
ama mutluyumdur
çünkü o benim ışığım
ışığımı çaldı, benim ışığımı
bundan güzel ne olabilir
o elinde tuttuğu benim ışığım
şu an.
belki de inanmamıştın yazarım dediğimde
bak kaç saat oldu
hala yazarım
çünkü
orada yeterince bekledim
hala bekliyorum
yeterince düşünecek vaktim var
ve düşündükçe yazarım da
ama o içimdeki herif sussa iyi olur
çünki karıştırıyorum
bazen.

seslerimiz çok benziyor
sus içmeliyim
su diyecektim
o içimdeki dingile sus derken bak noldu gördün mü
sus da içmeliyim
belki de susmalıyım
hatta büyük ihtimal pişman oldun yaz dediğine
evet
bak bunu hissettim
kesinlikle pişmansın şuan
lan bu deliyi nerden başıma musallat ettim demiş bile olabilirsin
tabi lan demezsin sen, hoş gör burayı
şöyle de bir özelliğim var
gözlerim kapalı yazabiliyorum
bu yüzden
aslında şu an uyuyorum
uyurken yazıyorum
bi dakika
bu kesinlikle bir rüya
evet az sonra uyanacağım
yine aynı yerde uyanacağım
her sabah olduğu gibi yine aynı yerde kalacağım
orda güneş felan doğmuyor
ışık yok
tek ışığım o çalınan ışık
o perinin çaldığı
aynı yerde uyanacağım az sonra
sonra mesaime başlayacağım.
bir gün daha bekleyeceğim orada.
evet, belki de oradan hiç çıkamayacağım
orada öleceğim, bunu hissediyorum.
hatta bunu biliyorum.
o lanet mantarlı masanın başında öleceğim.
ve sonra sandalyemi yiyen tahta kurular beni de yiyecek.
afiyet olsun tahtakurular!
yiyin beni!
ben ahmağın tekiyim çünkü
yemelisiniz beni.
beni kimse orda bulmamalı
hele o peri o halde görmemeli beni
yoksa ne diyeceğim ona?
sözümü tutamadım mı diyeceğim?
sen erken öldün, ışığımı geri dönene kadar sana verdim.
ama sana verdiğim sözü tutamadım mı diyeceğim?
hayır
bu olmamalı.
böyle olursa, hüzünlü bir hikaye olur
ben orda ölmemeliyim
veya ölmeliyim
ve tahtakurular da yanımaşımda olmalı
ortada delil bırakmamalılar

beni o halde görmemelisin
sonra ne dersin kendine
ne dersin benim cansız bedenime
ben sana demiştim böyle olacağını, sen inat ettin bak noldu şimdi mi dersin
hayır bu olmayacak
o yüzden şimdi gidip
bütün tahtakurularına tembih edeceğim
size yiyecek buldum çocuklar diyeceğim.
sevinsin garibanlar, tahta yemekten bıkmışlardır
karınları bayram etsin.
ama sen de erken gelecektin.
noldu da gelmedin ki
insan bi haber salar
üflesen duyardım ben
rüzgarla anlaşmalıyım
sen ne desen bana geliyor
ama sen hiç konuşmadın ki
konuşurken hep ağzını kapattın
ben duymayayım diye
öyleyse bu hikaye de sen iyi misin kötü müsün
veya ben neyim!
su içmeliyim
çok olmuş içmeyeli
bunu nerden anladın dersen
kitabımın üzerinde pıtı pıtı gezen örümcek her 1111. turunu attığında su içiyorum
bunu o söyledi
bi tanısan çok komik
tanı bi
gel de tanı
ama bi gel
artık gel
gelmelisin
artık bıktım
artık kendimi kandıramıyorum
avunamıyorum
artık gel
gelmezsen, örümceği nasıl tanıyacaksın ki
çok komikler, lütfen gel
artık tükendim, gel
gelmelisin.
yoksa ölüp gideceğim bak,
ölürsem kavuşabilir miyim ki
onu da bilmiyorum
ölsem seni oralarda nerede bulacağım ki.
hem ben öldüğümde sen buraya gelirsen, işte o zaman n'olacak
o yüzden kılımı bile kıpırdatmadan bekliyorum
en ufak bir anı kaçırmayayım diye
ama artık hiç heyecanlı değilim
duygusuzlaştım artık
sen gelmediğin her süre, bir duygumu daha kaybediyorum.
bunu isteyerek yapmıyorum
tek tek intihar ediyorlar onlar.
yapmayın gelecek diyorum, az kaldı
gelecek.
ama yok, artık inanmıyorlar
ama bi gelsen bak, onlar da sevinir
ama önce gel,
artık çok geç olmadan, gel.
ne yapayım onu da bilmiyorum ki
cesaret denen şey yok buralarda
bir adım atsam kaybolurum
hem o adımı attığımda eğer sen gelirsen ve göremezsen beni
o zaman en kötüsü olur.
bu yüzden tıkılıp kaldım buraya.
cesaret yok buralarda.
kahraman olma durumu felan hiç yok.
film değil bu.
filmdeki kadar gerçek değil
kolay değil öyle
konuşmak kolay değil.
o periyle göz göze geldin mi hiç örümcek
ya sen tahtakuru?
bi dur be oğlum, 2 dk kemirme be!

ya sen, çalı
ayağıma dolanan çalı
sen de görmedin değil mi
ben de görmedim
göremedim.
göremiyorum ki
çok az gördüm
sonra kör mü oldum
kör olduysam hiçbir şey görmemeliyim
o halde ışığımı nasıl görüyordum
yok kör değildim.
kör olmak istemezdim de zaten.
görmek yeterdi
ama gelmedi ki hiç
uzaktan görünse kaçsa son kez
o zaman ölebilirim
ama bunun için önce gelmeli
elimde fener, hala oradayım.
ama önce gelmeli.
artık gelmeli.
lütfen artık, gelmeli.
sesimi duyuyor musun rüzgar.
bütün bu soluduklarımı
kim duyuyor
rüzgar
hey.
sana diyorum.
duyuyor musun beni
yutkunmaktan konuşamıyor muyum
öylemi dersin.
ben oyun yapıyorum size, yok öyle birşey
rüzgar, hani anlaşmıştık senle
hani, bütün bu dediklerimi götürecektin
kulağının yanına kadar.
sende söz vermiştin, onun gibi.
o gelmedi, sen niye götürmüyorsun
olum, senin kastın ney ki canıma.
bir hikayede birden fazla kötü adam olur mu rüzgar.
bak olmuyor, vallahi ayıp ediyorsun.
peki ya sen, sen ayağıma dolanan çalı.
sen ne diyorsun bu konuda.
normalde, gelmesi lazımdı değil mi.
yolda başkalarıyla mı karşılaştı acaba.
yok hayır, böyle bir şey olamaz.
söz vermişti, gelmeli
bizi burda unutup gitmiş olamaz saçmalama.
ne, sen nerden biliyorsun.
bütün gün yanımda pinekliyorsun, nereden biliyorsun.
yalan söyleme, yalan bu.
hayır, sus.
yok öyle bir şey diyorum sana.
söz verdi, gelicek.
söz verdi söz, s-ö-z
şakası olmaz bunun, saçmalama.
bak kafana vuracam şimdi, böyle şaka yapma
ne demek bu şaka değil!
o zaman söyle, nereden biliyorsun, konuş!
kim dedi bunu benden habersiz.
nasıl görmem ben, o kadar kör değilim ki.
ah, tabi ya.
artık iyi göremiyorum.
sürekli karanlık. ışık olmadan kör olur gözler
sürekli ışıkta da kör olur, sürekli karanlıkta da.
evet, sen bunu biliyordun.
evet
neden yaptın ki bunu.
geri gelmeyecek değil mi.
bir daha geri gelmeyecek.
evet, sen bunu biliyordun.
artık ışığa ihtiyacım olmadığını da biliyordun.
kör bir herif napsın ışığı.
ama ben ışığı istemiyorum ki
söz vermişti gelecekti.
neden yaptınız ki bunu.
bir hikayede 2 kötü kişi olmaz ki.
nasıl hikaye bu.
neden yaptınız bunu.
ama söz vermişti
gelicekti.
gelmeli mi.
bilmiyorum k.
ama söz.

gel.

13 Ocak 2013 Pazar

yek 2






Suskunun dokunulmazlığı içine hapsolmuş gibiyim ve suskunluk sadece konuşmamak demek değildir, anlıyor musun? İstenecek, aranıp bulunacak hiçbir şey bırakmıyorum kendimden.

Durmanın kendisi bile daha ağır bir sallantıdan başka bir şey değildir, biliyorum. Düşüncem her zaman ileri götürmüyor beni; bir o yana, bir bu yana yalpalatıyor, gelişigüzel: hafif bir tekne gibi. Doğal bir sarhoşlukla, salına serpile yürüyüp gidiyorum. En yararlı düşüncelerimi gevşek ve özentisiz adımlarla yürütüyorum; ölümde ve insan yaşamında başa gelebilecek en belalı durumlarda bile böyle davranıyorum. Belki de tehlikeyi düşünemeyecek kadar hastayımdır.

Yeni umutlara düşmekten, yeni işlere girişmekten kaçınıyorum; bıraktığım her yeri son kez selamlıyorum; benim olan her şeyden her gün biraz daha elimi çekiyorum. Bazen kendi kendimden ayrıldığım oluyor.

Ben her şeyden önce düşüncelerimi anlatıyorum, bunlarsa ün ve eser haline gelemeyecek kadar belirsiz şeyler: onları söz haline getirmekte bile güçlük çekiyorum. Benim yaptığım, bildiklerimi söylemek değil, kendimi öğrenmektir; başkasına değil kendime ders veriyorum. Yalnız kendimle uğraşıyorum; delilik ediyorum, bundan zarar görecek başkası değil, benim, biliyorum. Kaldı ki canım bir deliye gülmek isterse, hiç uzağa gitmeden, kendi kendime gülebilirim, bunu da biliyorum.

Çaba göstermekle ilgili hiçbir anım yok. Yaşamımda en küçük bir mücadele izi bulamazsınız, benim yapım hiç kahramanlığa özgü değildir. Deneyimim bir şeyi ''istemeyi'', bu şey için tutkuyla çabalamayı, bir ''amacı'' hedeflemeyi veya bir arzuyu gerçekleştirmeyi hiç bilmez.

Sen her şey yolunda gitsin istersin, bense ne diyeceğimi bile bilemem.

Ruhumuzun ele avuca sığmayan akışını gözlemek, onun karanlık derinliklerine kadar inmek, türlü hallerindeki bunca incelikleri ayırdedip yazmak sanıldığından çok daha zahmetli bir iştir. Sonra bir taraftan bu işin o kadar başka, o kadar garip bir zevki de var ki insanı dünya işlerinden, hem de en değerli dünya işlerinden çekip alıyor. Birkaç yıldır düşüncelerimin kendimden başka bir amacı yok; yalnız kendimi sorguya çekiyor ve inceliyorum.

Sanırım yeni bir yazı çözmeye uğraşıyorum, ve savaştığım insanlara kapalı harfler.

Büyük bir düşünceyle baş baka kalmak dayanılmaz bir şeydir. Bu düşünceyi iletebileceğim ve bu düşünceden dolayı ölmeyecek insanları arıyor ve çağırıyorum. Fakat, belki de bulamadığım içindir ki:

''Mutlak yalnızlık bana, gittikçe temel bir formül gibi, asıl tutkummuş gibi geliyor. Yani yapıtların en güzellerini yarattığımız anları yalnızlığa borçluyuz. Pek çok şeyi, yalnızlık uğruna feda etmeyi bilmek gerekir. (Nietzsche)''